- Bir Batu ANADOLU yazısı - (Toprak Saha'dan alınmıştır)
“Suat, saatin kaç?”
Soyunma odasının sessizliğini bir bıçak gibi kesen bu sözler Suat Mamat’ın kulaklarında yankılanırken, içeride bulunan herkes için bir rüzgar esintisi niteliğindeydi. Bir anda anlam verilemeyen bu ses, rüzgara yazılan kelimeler gibi anlamsızlaşırken,olmayan saatine bakma teşebbüsünde bulunan Suat durumu kavradı. Hocası yeni bir “uğur denemesi”nin peşindeydi. “Elbette bir bildiği olmalı” diye düşündü. “Sonuçta karşımdaki Gündüz Kılıç. Baba Gündüz!”
Suat gibi sarı kırmızı formayı üstlerine geçirmiş olan on futbolcu, on bir kader arkadaşı; birazdan başlayacak olan Şampiyon Kulüpler Kupası ön eleme rövanş maçını bekliyorlardı. Rakip Dinamo Bükreş’ti. Gündüz Kılıç “İki farklı averaj farkının tesiri altındasınız biliyorum. Bunu kafanızdan atmanızı istiyorum. Yaşa Galatasaray!” sözleriyle takımını sahaya uğurlarken oyuncular heyecandan titriyorlardı. Suat da ister istemez ilk maçın anılarını bırakıyordu kendini.
1956’da henüz Ulusal Lig’in kurulmadığı dönemde şampiyonluğunu ilan eden Galatasaray, Avrupa Kupaları’nda yer alma hakkını elde eden ilk Türk takımı olmayı başarmıştı. Ali Sami Yen’in “Türk olmayan takımları yenmek” hedefiyle kurduğu bu ekip, ilk kez resmi bir maçta bu hedefin peşinde koşacaktı. Belki de Ali Sami Yen’in elli yıllık hayalleri, futbol sahasında yeşerecekti.
Rakip Romanya’nın Dinamo Bükreş takımıydı. Galatasaray’ın aksine henüz sekiz yıllık bir geçmişe sahip olan Dinamo, buna karşın ilk yerel şampiyonluğunu kazanmış ve sarı-kırmızılı ekip gibi ülkesini Avrupa’da temsil eden ilk kulüp olma hakkını elde etmişti. 1923’te ilk Milli maçı aralarında yapan bu iki ülkenin yolu, yine bir “ilk”te kesişecekti.
İlk maçın Bükreş’te olması, Galatasaray takımını yollara düşürmüştü. Trenle yapılan yolculuk, sorunları da beraberinde getirdi: Oyuncuların yarısı yataklı bölümün dışında kalmak durumundaydı. Bükreş’e yorgun gelen ekip ayağının tozuyla antrenmana çıkarken, takıma büyük bir ilgi gösteriliyordu. Maç için Bükreş’te bulunan Abdi İpekçi’nin ifadesiyle Romenler, ısrarla Macaristan zaferimizi soruyorlardı. Bu ilgi takımın havaya girmesini sağlıyordu ama maç için satışa çıkarılan 82 bin biletin tamamının satılması da bir korku uyandırmıyor değildi.
Tarih 26 Ağustos’u gösterdiğinde zaman mekan kavramını alt üst eden “23 Ağustos Stadyumu”, tarihi günlerinden birini yaşıyordu. Sadece milli maçlarda toplanabilecek sayıda taraftar, stada akın etmiş; hava sıcaklığı kırk dereceye vurmuştu. Termometrenin çalışmayı bıraktığı bu sıcakta, İtalya’da o yılın en iyi hakemi seçilmiş olan Francesco Liverani, arkasında futbolcularla sahaya giriyordu. Beyaz forma üzerine “D” amblemiyle sahaya gelen Dinamo coşkuyla karşılanırken, Galatasaray kırmızı üzerine sarı parçalı formasıyla bir kapalı kutuydu. Gündüz Kılıç, Dinamo Bükreş takımını “çok yetenekli ve teknik ama fiziksel açıdan zayıf” olarak nitelendirmiş ve sahaya WM (1-2-3-5) sistemiyle çıkmıştı. Buna karşın Dinamo hocası Angelo Niculescu sürprizler hazırlamıştı. Galatasaray’ın sistemine WW (1-3-2-5) ile karşılık vermişti. Savunmaya daha fazla önem göstermiş gibi görünse de normalde orta içte oynayan ve son milli maçlarda harikalar yaratan Gheorghe Voica’yı sol içe yerleştirmişti. Hücumun ortasındaysa 1960’dan sonra İçişleri Bakanlığı’nda ekonomistlik yapacak olan ünlü forvet Alexandru Ene yer alıyordu.
Maç Liverani’nin düdüğüyle başlar başlamaz beklentiler ters yüz oldu. Savunmadan çıkmakta acele etmeyen Dinamo’nun üzerine giden sarı kırmızılılar dördüncü dakikada Kadri’yle gole çok yaklaşıyor; kaleci Utiu, sektirdiği topu güçlükle kontrol ediyordu. Bu hücumdan sonra Gündüz Kılıç’ın “ilk on dakikada gol yemeyelim” uyarısı belleklerden silinmiş olacak ki sahneye sürpriz golcü Voyka çıkıyordu. Voyka’nın kafa vuruşunda Turgay, topun dışarı çıkmasını beklerken tabela çoktan 1-0’ı gösteriyordu. Sıcakla birlikte Dinamo’nun baskısı da artmaya başlamış, özellikle “o iyi oynarsa kaybetmeyiz” denilen Kaptan Calinoiu’nun bir örümcek ağı kurar gibi yaptığı pas trafiği seyirciyi coşturmuştu. Buna karşın savunmayla hücum hatta arasında kopukluk yaşayan Galatasaray’da İsfendiyar ve Metin Oktay etkisiz kalmışlardı. İlk yarının bitimine kadar üç top çıkaran Turgay Şeren ilk yarının skorunu hakemden de önce ilan etmiş, havanın da etkisiyle bekte oynayan Metin Kınay kusmaya başlamıştı.
İkinci yarıya başlarken ipleri eline alma sırası Gündüz Kılıç’a geçer. Kadri’yi sol açığa çekerek takımın hücum etkinliğini artırmış, skoru korumak isteyen Dinamo’ya karşı daha agresif bir kadroya geçiş yapar. Bununla beraber oyun dengelenirken tribünlerdeki homurdanmalar da yavaş yavaş ıslıklanmalara döner. Ama bu dakikalarda sahneye yine Calinoiu çıkar. Onun başlattığı hücumda soldan ortalanan top yeniden Voyka’yla buluşur. Ene’ye odaklanan savunma ikinci kez nakavt olur. Ama sarı kırmızılılar pes etmezler. Hiç beklenmedik bir anda sahneye Metin Oktay çıkar. 18 çizgisinin üstünden ve yerden gönderdiği şut ağlara giderken Romen taraftarların alkışları arasında bu gol, bir Türk takımının Avrupa kupalarındaki ilk golü olur. Herkes maçın böyle biteceğini düşünürken o dönemki gazetelerin, yenilgilerin bir numaralı sorumlusu olarak gösterdikleri “şanssızlık faktörü” ön plana çıkar. Sağdan Ene’ye yapılan bir ortada oyuncu topu düzeltmek isterken dizine çarpan top Turgay’ı yanıltır ve ağlarla buluşur. Liverani’nin son düdüğü bu maçı bitirirken Suat Mamat bir anda kendisini Metin Oktay’ın yanında santrada bulur. Mithatpaşa’yı dolduran on binler, Galatasaray’ın zaferi için bir araya gelmişlerdir.
Sarı kırmızılılar ikinci maçtan 2-1 galip ayrılmalarına karşın averaj kuralı nedeniyle elenirler. Bir Türk takımının Avrupa kupalarındaki ilk resmi golüne ve ilk galibiyetine tanıklık eden bu maçlardan altı yıl sonra yine Gündüz Kılıç yönetimindeki Galatasaray, Dinamo Bükreş’ten rövanşı alarak çeyrek final görecektir. Kırk yıl sonraysa Suat Mamat, senede iki günden bir mevsime uzanan bir başarının mutluluğunu tadacaktır: İki Romen oyuncu olan Hagi ve Popescu liderliğindeki Galatasaray’ın UEFA Kupası’nı kaldırışı…