30 Ocak 2014 Perşembe

“Bir bilet lütfen, geçmişi iyi görsün!”

Biletlerinizi saklayın… Sizi nereye götüreceğini bilemezsiniz. Bazen bir anıya, bazen de şimdi kalıntıları bile kalmamış bir stadyumda derbiye…


Biletlerinizi saklayın. O biletin sizi nereye götürdüğünün bir önemi de yok üstelik. Çünkü aradan yıllar geçtikten sonra o bilete baktığınızda, onun ait olduğu yer ne olursa olsun siz her hâlükârda geçmişe gideceksiniz. Siz, tiyatroda, bir futbol karşılaşmasında ya da bir sinemada geçirdiğiniz 2 saati bir sonraki hafta bile unutabilirsiniz fakat biletler asla unutmaz. Ve eğer onları saklamak zahmetinde bulunursanız, sizin de unutmanıza izin vermezler. İşte, yazının hemen üst tarafında bulunan, internette gezerken rastladığım bu bilet, tam anlamıyla bu amaca hizmet ediyor.


Öncelikle, aradan geçen yaklaşık 100 yılın ardından biletten çıkarabildiğimiz tek anlam Galatasaray ile Fenerbahçe arasında oynanan bir karşılaşma adına basıldığı. Fakat dediğimiz gibi, biletler yaşamlarını sonsuza dek devam ettirirler. Bu bilet de taşıdığı anlamı hiç kaybetmemiş.

Aslında bilet cumhuriyetin ilan edilmesinden yaklaşık 4 ay önce basılmış, yani Anadolu’daki bağımsızlık hareketinin gücünün yurt genelinde kabul gördüğü bir dönem fakat yine de ülke üzerindeki kültürel çeşitlilik, bazı azınlık problemleri ve kargaşa Osmanlı’nın son döneminden kalan kötü bir miras gibi devam etmekte. Sonuç olarak İstanbul’un bu durumu çok daha öncesinden geliyordu fakat, olayın o kısmına bakmak bizim alanımıza girmeyecektir. Özetleyecek olursak: Dönemin İstanbul’u birden çok kültürü içinde barındırıyordu fakat bu kesinlikle iyi bir amaca hizmet etmek adına değildi. “Hasta Adam” Osmanlı, artık kalbinin tam orta yerinde, İstanbul’da, her gün biraz daha eriyordu.

Artık Osmanlı’dan olduğunu söylemek, bir güç göstergesi değildi. Doğuda ve batıda ulaşılabilecek en geniş sınırlara ulaşan Osmanlı’nın başkentinde gençler, döneme ayak uydurabilmek adına yabancı okullara ihtiyaç duyuyor, yabancı diller konuşuyor ve hatta Osmanlı’dan olduklarını belli etmemeye çalışıyorlardı. Bu yabancı okullar arasında, Galatasaray Lisesi ya da o dönemdeki adıyla Mekteb-i Sultâni en önde gelenler arasındaydı. İstanbul içerisinde kurulmuş, Fransızca eğitim veren bir kurumdu. Elbette bu bir Fransız hayranlığı göstergesi değildi fakat nasıl ki şimdi İngilizceye ihtiyaç duyuluyorsa, o dönemde de Fransızca böyle bir ihtiyaçtı. Aslında Fenerbahçe adına da durum buna benziyordu zira Fenerbahçe’nin kuruluşunda İstanbul’daki Rumların bir payının olduğu rivayet edilir hep.

İki kulübün taraftarları birbirlerine kuruluşlarındaki bu gerçeklikler nedeniyle sık sık sataşsa da, dönemin Osmanlısında bu yadırganacak bir şey değildi. Mekteb-i Sultani’den birkaç genç futbol ile Avrupa’da tanışmıştı, Galatasaray’ın “Cimbom” lakabının aslı, kilometrelerce ötede İsviçre’de bir futbol tezahüratına denk geliyordu. (Bu konuda farklı rivayetler de var.) Aynı şekilde Osmanlı’nın son döneminde Rumlar, ekonomik açıdan oldukça rahat durumdaydı, futbol gibi bir uğraş ile vakit geçirmeleri normal karşılanabilirdi.


Bilete tekrardan döndüğümüzde, “15 Haziran 1923, 17.30” yazdığını az çok Fransızca ile seçebiliyoruz. Dilin Fransızca olması nasıl normalse, maçın 17.30’da olması da o kadar normal…  O dönemde Taksim Stadı, Türk futbolunun Wembley’i ya da Maracana’sı gibi bir şey fakat ufak bir handikap olarak, bir ışıklandırmaya sahip değil. Bu nedenle maçın akşam vaktinde oynanması imkânsızdı. Fakat bir mihenk taşı olarak Türk futbolunda ilk gece karşılaşması, yine bu statta, 1939 yılında oynanacaktı. Serin bir İstanbul sonbaharında, 9 Eylül 1939’da Fenerbahçe ile Beyoğluspor arasında oynanan “ilk gece maçı” ile ilgili güzel bir anıyı da, Sunay Akın’ın “Ayçöreği ve Denizyıldızı” adlı kitabında buluyoruz:

“… Hakemliğini Şazi Tezcan’ın yaptığı ilk gece maçı, Fenerbahçe ile Beyoğluspor arasında oynanır. İlk golü Fenerbahçe takımının sağ açığı Küçük Fikret’in attığı maçın sonunda, Beyoğluspor 4-2 yenilmekten kurtulamaz.Gözleri bir kartalınkiler kadar keskin olanların bile topu zorlukla seçebildiği maçta (Işıklandırma yenidir fakat açılandırma oldukça kötüdür.)* Fenerbahçe’nin ileri derecede miyop olan üç futbolcusu da oynar. Gözlüklerini çıkarıp sahaya çıkan bu oyuncular Şevket Soley, Fikret Arıcan ve Orhan Menemencioğlu’dur…


… Aşırı derecede miyop olan ve gözlüğünü çıkardığı zaman ileriyi göremeyen Fenerbahçeli Orhan Menemencioğlu’nun lakabı “Vallah” idi. Vallah Orhan, ilk gece maçında sahaya çıkarken arkadaşlarını uyarır: “Topu bana atarken seslenin…” Kendisine pas atan arkadaşları “Orhaan!” diye bağırırken, sahada Adana şivesiyle şu ses duyulur “Nirde?.. Nirde?..” “


Kültürümüzü en güzel şekilde yaşatan adamlardan Sunay Akın’a selam durduktan sonra devam edecek olursak, 1939’dan sonra ülke futbolumuzun çok da ileriye gidemediği gerçeğini kabul etmek gerekiyor sanırım. Malumunuz, ülkemizin en güzide stadı bile yağmur yağdığı vakit bataklığa dönerken ya da birçok stadyumumuzda hâlâ bayanlar için bir tuvalet yokken, gelişmiş olduğumuzdan bahsetmek doğru olmaz… Üstelik, gelişmediğimiz gibi eskiye saygı duymadığımızı da itiraf etmek gerekiyor sanırım. Zira, bugün, Taksim Stadı’nın üzerinde yeller esiyor.. Elbette geçmişte kalan birçok değere olduğu gibi, ona da gerekli saygıyı gösteremedik.

Tekrar bilete dönecek olursak..

Galatasaray maçın 67. dakikasında 1-0 yenik durumdayken maçtan çekiliyor ve maç bu şekilde sonuçlanıyor.

Herhâlde aradan geçen bir asrın ardından sanırım değişmesinden mutluluk duyabileceğimiz tek şey, futbolcuların şortları olacak. Zira, insanlar bugün hâlâ futbola yirmi iki adamın bir topun peşinden koşması şeklinde bakarken, futbolcuların sahaya bir de bu şortlarla çıkmaları hiç katlanılır şey olmazdı doğrusu..
Biletlerinizi saklayın efendiler, yıllar sonra size neler anlatacağını asla tahmin edemezsiniz

Yazı - Şahin Ateş FoutFourTwo

Bursaspor ve Ankaragucu Kardesligi

Bursaspor ile Ankaragücü arasında yıllardır devam eden, maçlardaki yüzlerce kavga haberinin arasında kendine pek yer bulamayan ama puan ...