11 Mart 2015 Çarşamba

Bursaspor ve Ankaragucu Kardesligi

Bursaspor ile Ankaragücü arasında yıllardır devam eden, maçlardaki yüzlerce kavga haberinin arasında kendine pek yer bulamayan ama puan mücadelesinin öldürücü zorluğunda bitmeden yaşayan bir dostluk var.

Bursaspo ve Ankaragücü taraftarları maçları beraber izliyor, Bursankara atkılarıyla tribünlerde boy gösteriyor, maç öncesi beraber içip eğleniyor. Bursaspor ile Ankaraspor'un bu ilginç dostluğu bir taraftarın hüzünlü hayat hikayesine dayanıyor.

1990 yıllarda Bursaspor taraftar grubu Teksas’ın liderlerinden Abdülkerim Bayraktar , her Bursasporlunun saygı gösterdiği bir karakter idi. Bayraktar bütün Bursa maçlarını gidiyor, tribünlerin sürekli canlı olması için varını yoğunu ortaya koyuyordu. Bu heyecanlı genç bir gün üniversite okumak için Ankara’ya gider.

Taraftar Abdülkerim’in futbol sevgisi buradada devam edince Ankaragücü maçlarına gitmeye ve sarı lacivertli takımı desteklemeye başlar. Artık o önce bursasporlu sonra Ankaragüçlüdür. Ankaragücü taraftaları da Abdül abilerini içlerine kabul eder, futbol sevgisine saygı gösterirler.

Abdülkerim Bayraktar’in askerlik çağı gelince vatanı görevini yerine getirmek üzere Mardin'e gider ve Mardin’de şehit düşer.haberi alan Bursaspor taraftarları derin bir üzüntü yaşarlar. Abdül abileri için ilk maçta bir tören düzenlerler. Törenin tam ortasında herkesi şaşırtan bir jest yaşanır. Sahasına sarılacivert formalı bir grup taraftar bursaspor sahasının ortasına
çıkar ve “Abdül ölmedi kalbimizde yaşıyor” pankartı açar. Ve stad abdül abiyi kaybetmenin hüznünü ve bir kardeş takım kazanmanın sevinçi bir arada yaşar. Ankaragüclüler Abdül abi sevgisi bunla da kalmaz. abdülkerim Bayraktar cenazesine Ankaradan yüzlerce Ankaragücü taraftarları gelir.

Bugün Abdülkerim Bayraktarı iki takım da unutmadı. Abdül abileri Bursa ve Ankaragücü arasındaki dostlukla unutulmuyor. Bursasporun her maçında -Ankara’nın plaka kodu 06 olduğu için – mücadelenin 6. dakikasında, Bursasporlular Ankaragücü diye tezahürat yapıyorlar. Ankaragücü de her maçın 16. dakikasında bursaspor diye tezahüret yaparak bu dostluğu sürdürüyor

14 Ocak 2015 Çarşamba

Depodaki Tarih


Kaybolduğu düşünülen orjinal Dünya Kupası’nın bir bölümü FİFA’nın bodrum katındaki depodan çıktı!





Uzun zaman önce kayıplara karıştığı düşünülen orjinal Dünya Kupası‘nın bir bölümü pek de uzakta olmayan bir yerden çıktı: FIFA‘nın bodrum katındaki deposundan! “Jules Rimet Throphy ” adındaki bu ödül 1930 yılından son olarak Brezilya‘nın üçüncü kez kazandığı 1970 yılına kadar Dünya Kupası‘nı kazanan ülkelere verilmişti.
Brezilya‘nın üçüncü kez kazanması nedeniyle sonsuza kadar ülkede kalmasına karar verilen bu kupa 1983 yılında çalınmış ve bir daha bulunamamıştı. Herkes kupanın alt kısmının da bu hırsızlıkla birlikte tarihe karıştığını düşünüyordu ancak bu orjinal bölüm 1954 yılında değiştirilmişti. Değiştirilen o parça da FIFA‘nın Zürih‘teki genel merkezinin bodrumunda ortaya çıktı. FIFA‘nın müze müdürü David Ausseil konuyla ilgili olarak şu açıklamayı yaptı:
Bu tıpkı Mısır mumyası bulmak gibi. Paha biçilemez bir şey. Bu alt bölümü en son sadece FİFA başkanı Jules Rimet’in görmüş olduğunu düşünüyoruz. Biz taban kısmının da Brezilya’da kaybolduğunu düşünüyorduk!
Bodrumdan çıkan o paha biçilemez parçayı aşağıda görebilirsiniz:
wcc

Lewandowski: “Ronaldo’ya oy vermem hataydı”


Bayern Münih’li Lewandowski, Ballon d’Or seçiminde oyunu Cristiano Ronaldo’ya verdiği için pişman olduğunu açıkladı.




Polonya kaptanı Robert Lewandowski: “Eğer Ağustos ayına dönüp oy verebilseydim seçimim kesinlikle farklı olurdu” dedi.
FIFA tarafından takım kaptanlarının, antrenörlerin ve medya temsilcilerinin oylarıyla belirlenen Ballon d’Or ödülünün kazananı belli olur olmaz Lewandowski takım arkadaşı Manuel Neuer yerine Cristiano Ronaldo’yu seçmiş olduğu için pişman olduğunu açıkladı:
Neuer yerine Cristiano’yu seçmek hataydı eğer değiştirme şansım olsaydı kesinlikle Neuer’i seçerdim.
Başarılı forvet oyuncusu, Ballon d’Or sonuçlarının kendisini üzdüğünü belirtti: “Özellikle Neuer’in oylama sonucu ikinci bile olamaması beni çok üzdü, Manuel harika bir kaleci ve çok iyi bir insan.” Polonyalı, seçiminde ilk sıraya Cristiano Ronaldo ikinci sıraya Manuel Neuer üçüncü sıraya ise Bastian Schweinsteiger’i koymuştu.
Kaynak : AS

Unutulan tanrı

50 yıl sonra Gareth Bale unutulacak desem ne düşünürdünüz? Trajikomik ama Bale’den daha rekortmen ve çok daha iyi bir efsane unutuldu…


Ekonomik şartlar eşit değerlendirildiğinde tarihin hala en pahalı transferi sayılan, lakabı “Futbolun Tanrısı” olan, formasını giydiği Milan’la 3 lig şampiyonluğu yaşayan ve birçok dünya yıldızının cirit attığı 50′li yıllarda açık ara “en iyi” gösterilen bir adamın hikayesini anlatacağız…
“İşte dünya şampiyonu!”
16 Temmuz 1950 günü her şey turnuvaya ev sahipliği yapan Brezilya lehineydi; Estádio do Maracanã tribünlerinde yaklaşık 200.000 coşkulu insan, daha maç başlamadan “kaybeden takım” gömleğini üstünde gören Uruguay halkı ve ürkütücü bir hücum gücüyle Brezilya… Uruguaylılar hariç, o gün oradaki herkes zaten kendilerinin olan Dünya Kupası’nı kaldırmak için hakem George Reader’ın bitiş düdüğünü bekliyordu. Santra önemsizdi çünkü ülke gazetelerinden O Mundo bile, maç günü erken baskısında milli takım oyuncularının fotoğrafını koyup üstüne “İşte Dünya Şampiyonu” yazmış ve kazananı ilan etmişti.
PENAROL'DAYKENMaçtan önce bir Rocky sahnesi çekiliyordu sanki Uruguay soyunma odasında; kaptan Obdulio Varela, O Mundo’nun bir sürü kopyasını alıp beton zemine saçmış ve takım arkadaşlarına söylenebilecek tek cümlenin manşette yazıldığını göstermişti; “İşte Dünya Şampiyonu” Brezilya…
Teknik direktör Juan Lopez girdi sonra içeri; “savunma” diyordu Lopez, “Brezilyalılara karşı tek şansımız var, o da iyi kapanmak ve savunma disiplininden kopmamak!” Daha önce İspanya ve İsveç gibi takımları ağır üstünlük kurarak geride bırakan Brezilya’ya karşı Lopez’in bu önerisi takımın aklına yatmıştı, başka bir çözüm yolu da görünmüyordu ufukta. Ama kaptan Varela, Juan Lopez soyunma odasından çıktıktan sonra tekrar seslendi takım arkadaşlarına:
-Juancito iyi bir adam, ama bugün, onun söylediklerini unutun. Eğer Brezilya’ya karşı savunma yaparsak, kaderimiz İspanya ya da İsveç’ten farklı olmaz! Taraftarlar, basın ve bu odanın dışında bulunan dünyadaki herkes bizi bugünün kaybedeni ilan etti şimdiden… Ama unuttukları bir şey var; bugün bu finali dışarıdakiler değil biz oynayacağız! Hadi işimizi yapalım!
Final grubunda yer alan 4 takımdan ilk ikisi sahaya çıkarken arkalarında bıraktığı tablo futbol istatistikçileri açısından ibretlikti; Brezilya, İspanya’yı 6-1 İsveç’i ise 7-1′lik sonuçlarla ezip geçerken, Uruguay, İspanya karşısında 2-1′den 2-2′lik beraberliği zor yakalamış, İsveç’i ise maçın bitimine birkaç dakika kala attığı golle zar zor 3-2 mağlup etmişti. Kısacası maç öncesi görünürde elinde tek bir şey vardı Uruguay’ın; Varela’nın söylediği cümle…
Varela cesur bir adamdı ama sürpriz bir şey yoktu haber değeri olmayan maçta; 1-0 Brezilya üstünlüğüyle giriliyordu 66. dakikaya fakat o an 200.000 artı 11 kişinin kalp çatalına bir top takıldı; 1-1. Uruguay, bu beklenmedik golle ivmeyi de arkasına alıp 1950 Dünya Kupası’nı avuçlarına aldı. 2-1 biten maçın kaderini çizen adam ilk golün sahibi ikinci golün yaratıcısı olan “Futbolun Tanrısı”ydı…
Tüm dünyayı terse yatıran ve Varela’yı tarih sayfalarına mahcup etmeyen bir efsane çıkmıştı meydana ve tek bir kelimeyle özetlenir hale getirmişti her şeyi; Maracanazo. Yani Maracana’da Brezilya Milli Takımı ya da Flamengo, Vasco da Gama, Fluminense ve Botafogo’ya karşı oynayıp tahmin edilemez bir galibiyet alan “küçük” takımların zaferi…
“Zengin değilim…”
8644Uruguay kalecisi Roque Maspoli, “bütün statta tek çıt çıkmıyordu” diyordu ilk golden sonra gördüklerini anlatırken; “ve biliyorduk ki, Brezilya kaybetme korkusunu iliklerinde hissediyordu.” İtalyan bir anne ve Paraguaylı bir babanın oğlu olan Futbol’un Tanrısı ise yıllar sonra, ölmeden birkaç yıl önce tam 22 Kasım 2002′de şu cümleyi söylüyordu o günle ilgili; “Daha önce oynadığımız hazırlık maçlarında bile bize en az 3-4 fark atıyorlardı ama o gün Tanrı, Brezilya’nın bizi yenmesini istemedi.”
28 Temmuz 1925′te doğan ve Montevideo’nun mühim takımlarından Penarol’de denemeye çağrılmadan önce bir ekmek fırını ve alüminyum fabrikalarında çalışan o efsanenin adı bu aralar Uruguay dışında pek bilinmiyor. Ama bir gerçek var ki, o adam “İçe kat eden forvet nasıl oynamalı?” adlı en kusursuz tezin yazarı hala. Tarih kitaplarının en kalın harfli gollerini atması tesadüf değil bu yüzden. Attığı bir başka gol yine sonsuza dek kayıtlardan göz kırpacak mesela. Otoriteler tarafından “gelmiş geçmiş en iyi maç” sayılan 1954 Dünya Kupası Yarı Final karşılaşmasında, uzatma dakikalarında Macaristan’a elenen Uruguay’ın 2 golünden birinde yine onun kramponu inlemişti.
1950′de kupayı nerdeyse tek başına kaldıran efsane için o sıralar birçok sansasyonel takım rekor transfer tekliflerinde bulunmuştu takımı Penarol’e. Roma yarım milyon pesoluk teklifle gelmiş, Juve ise o adamı transfer etmesi için Montevideo şehrine Fiat’ın patronu Gianni Agnelli’yi yollamıştı. Fakat o yıllarda transfer gerçekleşmedi çünkü kulübü Penarol onu bırakmak istemiyordu henüz. Ama 1954′teki kupadan sonra artık Penarol’ün yapacağı bir şey kalmamıştı elde; Milan, Uruguay kulübünün kapısını o zamanın rekor parasıyla tıklattı: 72.000 pound. İtalyan kulübü ayrıca oyuncunun cebine de 23.000 pound koyup Milano’ya götürdü onu. 1954′te dünya futbol tarihinin rekor fiyatlarından birine imza atarak Milan’a transfer olan ve oradayken vatandaşlık alıp İtalya Milli Takımı’nda da oynayan Uruguaylı, 1960′da Roma’ya transfer oldu ve 2 yıl sonra ülkesine dönüp Penarol ve Uruguay Milli Takım’ında 1′er yıl teknik direktörlük yaptı…
Futbol’un Tanrısı, 2006 Dünya Kupası’nın açılışını yapacaktı fakat turnuvadan 4 yıl önce, 77 yaşında formasını çıkartıp askıya astı ve aramızdan ayrıldı. “Zengin değilim” diyordu Tanrı Juan Alberto Schiaffino, “ama fakir de sayılmam.” Düşünüyorum; bu cümlesiyle yalnızca “parayı” mı kast ediyordu acaba?..

Hayatım Futbol'dan alınmıştır.... Yazar: Kaan Koç

28 Eylül 2014 Pazar

Neden Uluslar Ligi?


(Hayatım Futbol'dan alınmıştır - Yazar: Uğur Karakulukçu)

Platini’nin UEFA’sı belki de 8 yıla yaklaşan macerasının en radikal hamlesini Uluslar Ligi projesiyle yapıyor…


Michel Platini Ocak 2007’de UEFA Başkanlığı görevini devraldığından beri hiçbir zaman muhafazakar bir çizgi izlemedi. Belki herkes fikirlerine katılmıyordu ama o hep kendi fikrince doğruyu aramayı sürdürdü. Eleştirilecek çok yönü var ancak Şampiyonlar Ligi’nde eleme sisteminde radikal değişikliklere gitti, UEFA Kupası’nın Avrupa Ligi’ne dönüşmesini sağladı. Platini kulüp futbolunda attığı bu adımların çok daha ötesinde, bugüne kadarki en radikal kararını ise milli takım düzeyinde almak üzere… Bu değişikliğin adı UEFA Uluslar Ligi.
Kabaca özetlersek UEFA, Avrupa Şampiyonası ve Dünya Kupası fikstürüne paralel olarak 4 ayrı lig formatıyla oynanacak olan Uluslar Ligi formatıyla yeni bir turnuva yaratmak peşinde. 4’e ayrılan liglerden ilkinde Uluslar Ligi şampiyonluğu mücadelesi verilirken, diğer liglerde ise amaç bir üst lige terfi etmek veya ligde tutunmak olacak. Kulağa hoş gelen bu format elbette sadece eğlence ve renk olsun diye düşünülmedi. Platini’nin aklında yine bazı fikirler, cinlikler ve arka planda iki cephede mücadele var.
Hedef Dünya Kupası pastası
1970’lerden itibaren Dünya Kupası çok daha geniş kitlelere ulaşan, daha yüksek değerlere pazarlanabilir bir marka haline geldi ve günümüze kadar pasta büyüdükçe büyüdü. FIFA da bu besili ineği sağmak için de her yolu deniyor ve futbolun en kıymetli markasının mali değerini korumak adına her şeyi yapıyor. Bu pastanın farkında olan tek kurum ise elbette FIFA değil… Avrupa Şampiyonası gibi kıymetli bir markaya sahip olan UEFA ve onun 1 numaralı yöneticisi Platini, bu pastadan daha büyük pay alabilmek adına iki hamel yaptı. İlki hepimizin malumu, Euro 2016’dan itibaren takım sayısını 24’e çıkıyor ve böylece Avrupa Şampiyonası biraz daha Dünya Kupası havasına bürünüyor. İkinci hamle ise bu yazımızın konusunu Uluslar Ligi
Platini’nin UEFA’sı, Uluslar Ligi’nı satranç tahtasına sürerek sadece Avrupalı milli takımların pazarlanabilir maç sayısını artırmakla kalmadı, aynı zamanda odak noktasını Dünya Kupası’ndan biraz daha Avrupa’ya kaydırma yönünde bir atılım yaptı. Eğer Uluslar Ligi projesi 2018 itibariyle beklenen başarıyı elde ederse FIFA karşısında büyük bir zafer elde edilmiş olacak. Fakat Platini bu satrancı sadece FIFA ile oynamıyor, yan masada onu bekleyen başka bir oyuncu var, daha doğrusu oyuncular… Daha derli toplu ifade edecek olursak Avrupa Kulüpler Birliği.
FBL-EUR-C1-ENG-WEMBLEY-EURO-2016-FRA-PLATINI
Avrupa Süper Ligi’ne taş
Milli takımlar fikstürü sadece FIFA ve UEFA’yı ilgilendiren bir konu değil. Bu maçların bir numaralı unsuru olan oyuncuları sağlayanlar kulüpler de bu masada oturuyor. Özellikle son yıllarda Arsene Wenger, görevi bırakmadan önce Sir Alex Ferguson gibi son derece saygın ağızlardan milli takım fikstürü defalarca farklı yönleriyle eleştirildi. Bu yoğun eleştirilerin neticesinde bazı alanlarda kulüpler yol almayı başardı. Artık turnuva süresince bulunan süreyle paralel olarak UEFA ve FIFA kulüplere belli tazminatlar ödüyorlar ve sakatlık durumunda bu ödenen bu bedeller daha da artabiliyor. Turnuvalara oyuncuları sağlayan müesseseler olan kulüplerin istediği aslında daha da fazlası ve bir yandan da diğer oyuncularla aynı: Pastadan daha büyük bir pay.
UEFA’yı sıkıştırmak ve başta Şampiyonlar Ligi’nden olmak üzere elde edilen gelirden daha büyük bir payı kasalarına koymak adına ortaya konan en büyük koz ileride kurulma ihtimali bulunan Avrupa Süper Ligi… Avrupa’nın önde gelen kulüpleri bu fikri hem kendilerine çok daha büyük bir gelir pastası sağlayacak bir ütopya, hem de yeri geldiğinde Şampiyonlar Ligi playlarını artırabilmek için UEFA’ya karşı aba altından gösterilebilecek bir sopa olarak kullanıyor. Fakat bu rüyanın daha realist ve gerçekçi bir çizgiye oturabilmesi için çok temel bir ihtiyaç var: Bu ligin oynanabileceği bir fikstür. Bu fikstürün oluşturulabilmesi için ihtiyaç duyulan maç haftalarının tabiri caizse çalınabileceği mecra milli takım fikstürü ve Wenger, Ferguson gibi ağır topların ağzından getirilen eleştirilerin bu ihtiyaç dahilinde de bir karşılığı var. Tam da bu noktada tekrar Platini’nin Uluslar Ligi hamlesinin diğer boyutu ortaya çıkıyor. Uluslar Ligi artık manası sorgulanan ve kamuoyunda ilgi toplamakta zorlanan hazırlık maçı fikstürü yerine gelerek bu alanda da UEFA’nın elini ciddi şekilde kuvvetlendirecek. 2018’den başlayacak olan Uluslar Ligi, en azından orta vadede bu fikstürü cebe koyuyor.
Yepyeni bir deneyim biz futbol taraftarları için kapıda ve belki de gerçekten eğlenceli ve dönemsel turnuvalar kadar ilgimizi çekecek bir proje doğum sürecinde… Yukarıda üzerinden geçtiğimiz üzere başka bir boyutta çok oyunculu bir diğer mücadeleyi de izlediğimizin farkında olarak Uluslar Ligi’nin neler getirip getireceğini hep birlikte sahada göreceğiz.

15 Eylül 2014 Pazartesi

Senede İki Gün


- Bir Batu ANADOLU yazısı - (Toprak Saha'dan alınmıştır)

“Suat, saatin kaç?”

Soyunma odasının sessizliğini bir bıçak gibi kesen bu sözler Suat Mamat’ın kulaklarında yankılanırken, içeride bulunan herkes için bir rüzgar esintisi niteliğindeydi. Bir anda anlam verilemeyen bu ses, rüzgara yazılan kelimeler gibi anlamsızlaşırken,olmayan saatine bakma teşebbüsünde bulunan Suat durumu kavradı. Hocası yeni bir “uğur denemesi”nin peşindeydi. “Elbette bir bildiği olmalı” diye düşündü. “Sonuçta karşımdaki Gündüz Kılıç. Baba Gündüz!”
Suat gibi sarı kırmızı formayı üstlerine geçirmiş olan on futbolcu, on bir kader arkadaşı; birazdan başlayacak olan Şampiyon Kulüpler Kupası ön eleme rövanş maçını bekliyorlardı. Rakip Dinamo Bükreş’ti. Gündüz Kılıç “İki farklı averaj farkının tesiri altındasınız biliyorum. Bunu kafanızdan atmanızı istiyorum. Yaşa Galatasaray!” sözleriyle takımını sahaya uğurlarken oyuncular heyecandan titriyorlardı. Suat da ister istemez ilk maçın anılarını bırakıyordu kendini.

1956’da henüz Ulusal Lig’in kurulmadığı dönemde şampiyonluğunu ilan eden Galatasaray, Avrupa Kupaları’nda yer alma hakkını elde eden ilk Türk takımı olmayı başarmıştı. Ali Sami Yen’in “Türk olmayan takımları yenmek” hedefiyle kurduğu bu ekip, ilk kez resmi bir maçta bu hedefin peşinde koşacaktı. Belki de Ali Sami Yen’in elli yıllık hayalleri, futbol sahasında yeşerecekti.

Rakip Romanya’nın Dinamo Bükreş takımıydı. Galatasaray’ın aksine henüz sekiz yıllık bir geçmişe sahip olan Dinamo, buna karşın ilk yerel şampiyonluğunu kazanmış ve sarı-kırmızılı ekip gibi ülkesini Avrupa’da temsil eden ilk kulüp olma hakkını elde etmişti. 1923’te ilk Milli maçı aralarında yapan bu iki ülkenin yolu, yine bir “ilk”te kesişecekti.

İlk maçın Bükreş’te olması, Galatasaray takımını yollara düşürmüştü. Trenle yapılan yolculuk, sorunları da beraberinde getirdi: Oyuncuların yarısı yataklı bölümün dışında kalmak durumundaydı. Bükreş’e yorgun gelen ekip ayağının tozuyla antrenmana çıkarken, takıma büyük bir ilgi gösteriliyordu. Maç için Bükreş’te bulunan Abdi İpekçi’nin ifadesiyle Romenler, ısrarla Macaristan zaferimizi soruyorlardı. Bu ilgi takımın havaya girmesini sağlıyordu ama maç için satışa çıkarılan 82 bin biletin tamamının satılması da bir korku uyandırmıyor değildi.
Tarih 26 Ağustos’u gösterdiğinde zaman mekan kavramını alt üst eden “23 Ağustos Stadyumu”, tarihi günlerinden birini yaşıyordu. Sadece milli maçlarda toplanabilecek sayıda taraftar, stada akın etmiş; hava sıcaklığı kırk dereceye vurmuştu. Termometrenin çalışmayı bıraktığı bu sıcakta, İtalya’da o yılın en iyi hakemi seçilmiş olan Francesco Liverani, arkasında futbolcularla sahaya giriyordu. Beyaz forma üzerine “D” amblemiyle sahaya gelen Dinamo coşkuyla karşılanırken, Galatasaray kırmızı üzerine sarı parçalı formasıyla bir kapalı kutuydu. Gündüz Kılıç, Dinamo Bükreş takımını “çok yetenekli ve teknik ama fiziksel açıdan zayıf” olarak nitelendirmiş ve sahaya WM (1-2-3-5) sistemiyle çıkmıştı. Buna karşın Dinamo hocası Angelo Niculescu sürprizler hazırlamıştı. Galatasaray’ın sistemine WW (1-3-2-5) ile karşılık vermişti. Savunmaya daha fazla önem göstermiş gibi görünse de normalde orta içte oynayan ve son milli maçlarda harikalar yaratan Gheorghe Voica’yı sol içe yerleştirmişti. Hücumun ortasındaysa 1960’dan sonra İçişleri Bakanlığı’nda ekonomistlik yapacak olan ünlü forvet Alexandru Ene yer alıyordu.

Maç Liverani’nin düdüğüyle başlar başlamaz beklentiler ters yüz oldu. Savunmadan çıkmakta acele etmeyen Dinamo’nun üzerine giden sarı kırmızılılar dördüncü dakikada Kadri’yle gole çok yaklaşıyor; kaleci Utiu, sektirdiği topu güçlükle kontrol ediyordu. Bu hücumdan sonra Gündüz Kılıç’ın “ilk on dakikada gol yemeyelim” uyarısı belleklerden silinmiş olacak ki sahneye sürpriz golcü Voyka çıkıyordu. Voyka’nın kafa vuruşunda Turgay, topun dışarı çıkmasını beklerken tabela çoktan 1-0’ı gösteriyordu. Sıcakla birlikte Dinamo’nun baskısı da artmaya başlamış, özellikle “o iyi oynarsa kaybetmeyiz” denilen Kaptan Calinoiu’nun bir örümcek ağı kurar gibi yaptığı pas trafiği seyirciyi coşturmuştu. Buna karşın savunmayla hücum hatta arasında kopukluk yaşayan Galatasaray’da İsfendiyar ve Metin Oktay etkisiz kalmışlardı. İlk yarının bitimine kadar üç top çıkaran Turgay Şeren ilk yarının skorunu hakemden de önce ilan etmiş, havanın da etkisiyle bekte oynayan Metin Kınay kusmaya başlamıştı.

İkinci yarıya başlarken ipleri eline alma sırası Gündüz Kılıç’a geçer. Kadri’yi sol açığa çekerek takımın hücum etkinliğini artırmış, skoru korumak isteyen Dinamo’ya karşı daha agresif bir kadroya geçiş yapar. Bununla beraber oyun dengelenirken tribünlerdeki homurdanmalar da yavaş yavaş ıslıklanmalara döner. Ama bu dakikalarda sahneye yine Calinoiu çıkar. Onun başlattığı hücumda soldan ortalanan top yeniden Voyka’yla buluşur. Ene’ye odaklanan savunma ikinci kez nakavt olur. Ama sarı kırmızılılar pes etmezler. Hiç beklenmedik bir anda sahneye Metin Oktay çıkar. 18 çizgisinin üstünden ve yerden gönderdiği şut ağlara giderken Romen taraftarların alkışları arasında bu gol, bir Türk takımının Avrupa kupalarındaki ilk golü olur. Herkes maçın böyle biteceğini düşünürken o dönemki gazetelerin, yenilgilerin bir numaralı sorumlusu olarak gösterdikleri “şanssızlık faktörü” ön plana çıkar. Sağdan Ene’ye yapılan bir ortada oyuncu topu düzeltmek isterken dizine çarpan top Turgay’ı yanıltır ve ağlarla buluşur. Liverani’nin son düdüğü bu maçı bitirirken Suat Mamat bir anda kendisini Metin Oktay’ın yanında santrada bulur. Mithatpaşa’yı dolduran on binler, Galatasaray’ın zaferi için bir araya gelmişlerdir.

Sarı kırmızılılar ikinci maçtan 2-1 galip ayrılmalarına karşın averaj kuralı nedeniyle elenirler. Bir Türk takımının Avrupa kupalarındaki ilk resmi golüne ve ilk galibiyetine tanıklık eden bu maçlardan altı yıl sonra yine Gündüz Kılıç yönetimindeki Galatasaray, Dinamo Bükreş’ten rövanşı alarak çeyrek final görecektir. Kırk yıl sonraysa Suat Mamat, senede iki günden bir mevsime uzanan bir başarının mutluluğunu tadacaktır: İki Romen oyuncu olan Hagi ve Popescu liderliğindeki Galatasaray’ın UEFA Kupası’nı kaldırışı…

Düşler Tiyatrosunda Perde Açılıyor..



UEFA Şampiyonlar Ligi'nde 2014-2015 sezonu grup maçları heyecanı yarın başlıyor.
Devler Ligi gruplarında ilk hafta karşılaşmaları yarın ve 17 Eylül Çarşamba günü oynanacak.
Galatasaray'ın Anderlecht'i konuk edeceği Şampiyonlar Ligi'nde tamamı TSİ 21.45'te başlayacak ilk hafta maç programı şöyle:
SALI
Juventus-Malmö
Olympiakos-Atletico Madrid
Real Madrid-Basel
Liverpool-Ludogorets
Benfica-Zenit
Monaco-Bayer Leverkusen
Borussia Dortmund-Arsenal
Galatasaray-Anderlecht (Star TV ve NTVSpor.net'ten canlı izleyebilirsiniz)
ÇARŞAMBA
Bayern Münih-Manchester City
Roma-CSKA Moskova
Ajax - Paris Saint-Germain
Barcelona-APOEL
Maribor-Sporting Lizbon
Chelsea-Schalke 04
Athletic Bilbao-Shakhtar Donetsk
Porto-BATE Borisov
GRUPTA İLK İKİYE GİREN TAKIMLAR İKİNCİ TURA ÇIKACAK
UEFA Şampiyonlar Ligi'nde 8 grupta toplam 32 takım mücadele edecek.
Gruplarında ilk iki sırayı alan 16 takım, adlarını ikinci tura yazdıracak. Üçüncü sırada yer alan ekipler ise yoluna UEFA Avrupa Ligi'nde devam edecek.
"Devler Ligi"nde grupların ardından finale kadar çift maçlı eleme usulü uygulanacak.
Şampiyonlar Ligi'nde 2014-2015 sezonu final karşılaşması, 6 Haziran 2015'te Almanya'nın başkenti Berlin'deki 74 bin 244 kişi kapasiteli Olimpiyat Stadı'nda oynanacak.
GRUPLAR 
Türkiye'yi temsil eden Galatasaray'ın D Grubu'nda İngiltere'nin Arsenal, Almanya'nın Borussia Dortmund ve Belçika'nın Anderlecht takımlarıyla mücadele edeceği "Devler Ligi" grupları şöyle:
A Grubu: Atletico Madrid (İspanya), Juventus (İtalya), Olympiakos (Yunanistan), Malmö (İsveç)
B Grubu: Real Madrid (İspanya), Basel (İsviçre), Liverpool (İngiltere), Ludogorets (Bulgaristan)
C Grubu: Benfica (Portekiz), Zenit (Rusya), Bayer Leverkusen (Almanya), Monaco (Fransa)
D Grubu: Arsenal (İngiltere), Borussia Dortmund (Almanya), Galatasaray (Türkiye), Anderlecht (Belçika)
E Grubu: Bayern Münih (Almanya), Manchester City (İngiltere), CSKA Moskova (Rusya), Roma (İtalya)
F Grubu: Barcelona (İspanya), Paris Saint-Germain (Fransa), Ajax (Hollanda), APOEL (Kıbrıs Rum Kesimi)
G Grubu: Chelsea (İngiltere), Schalke 04 (Almanya), Sporting Lizbon (Portekiz), Maribor (Slovenya)
H Grubu: Porto (Portekiz), Shakhtar Donetsk (Ukrayna), Athletic Bilbao (İspanya), BATE Borisov (Belarus)
MAÇ TAKVİMİ
UEFA Şampiyonlar Ligi'nde 2014-2015 sezonu maç takvimi ise şu şekilde:
Grup 1. maçları: 16-17 Eylül
Grup 2. maçları: 30 Eylül-1 Ekim
Grup 3. maçları: 21-22 Ekim
Grup 4. maçları: 4-5 Kasım
Grup 5. maçları: 25-26 Kasım
Grup 6. maçları: 9-10 Aralık
İkinci tur ilk maçları: 17-18 ve 24-25 Şubat 2015
İkinci tur rövanş maçları: 10-11 Mart ve 17-18 Mart 2015
Çeyrek final ilk maçları: 14-15 Nisan 2015
Çeyrek final rövanş maçları: 21-22 Nisan 2015
Yarı final ilk maçları: 5-6 Mayıs 2015
Yarı final rövanş maçları: 12-13 Mayıs 2015

9 Eylül 2014 Salı

Bir Rüyaya Uyanmak! | EURO 2016 Yolunda

Maçın normal süresi 0-0 sona erdi..
İlk uzatma devresinde gol sesi çıkmadı..
Dakikalar 117 malesef top ağlarımızda.. 1-0 gerideyiz.. Tüm umtlar tükendi..
Derken Rüştü orta sahadan rakip ceza sahasına gönderdiği top, karambolde Semih'in önünde kaldı. Semih kaleye baktı, vurdu ve GOOOOOOOOOOOOOOOOOLLLLLL!!!
Hırvatlar yıkıldı.. Turu garantiledik gözüyle bakan Hırvatlar şokta!! 1-1 oldu!!
VE PENALTILARI 3-1 KAZANAN TÜRKİYE YARI FİNALDE!!!

2008'den bu yana Avrupa Şampiyonasının özetlerini izleyip hasret gidermeye çalışıyoruz. 2010 Dünya Kupası EURO 2012 ve 2014 Dünya Kupası derken 3 turnuva kaçıdık.

A Milli Takım düzeyinde uluslararsı kupalara fazla katılamasakta, her katıldığımız turnuvaya damgamızı vurduğumuz kesin.

Ülke olarak genlerimizde mi var bilinmez; Her yaptığımız işi önce zora sokup sonrada toparlanma gibi bir huyumuz var. Hem elemelerde bu durumu fazlasıyla görüyoruz hem de turnuvada. Umarım bu durum EURO 2016 için geçerli olmaz. Zira gruptan çıkamamız, zoru başarmamız anlamına gelir. Statü değişikliği ile eleme gruplarından ilk 2 direk turnuvaya katılacak ve 3. olan takımlar play-off oynayacak. Realist konuşmak gerekirse Hollanda'yı geçip gruptan birinci çıkacağımızı pek düşünmüyorum ama ikinci olmak için büyük bir potansiyele sahibiz..

Ve mutlaka ikinci olup direk turnuvaya katılmamız artık zarüriyet arz ediyor. Zira ülkede futbol adına hiç bir şey kalmadı desek yeridir. 4-5 senedir ülkede büyük bir kutuplaşma gözlemlemek mümkün; AKP'li CHP'li Türk-Kürt derken şimdi de ŞİKE yapıldığına inananlar ve inanmayanalar olarak bölünmeye başladık, hatta bölündük. Hükümet stratejisi midir bilemem ama bu kutuplaşma ülkeyi büyük bir kaosa doğru itmeye başladı.

Ne zamandır futbolu konuşamaz olduk. Bir mecliste oturup dünkü maçı konuşmaya başlayanlar bir de bakmışlar birbirlerinin boğazını sıkar olmuş.

''Peki bu durumu ne değiştirebilir?'' diye kendime sorduğumda aklıma MİLLİ TAKIM'dan başka bir şey gelmiyor. Bir ülke aynı şeye üzülüp aynı şeylere sevindiğini görmenin en mutlak yolu tabi ki de Milli Takım olur. İşte bu yüzden Fatih Terim ve öğrencilerinin mutlaka EURO 2016'ya gitmeli. Evet artık milli takımı seyrettğimizde 2008'de olduğu gibi heyecanlanmıyoruz belki ama, turnuvaya katıldığımız taktirde o heyecanı bize yaşatacaklarına benim inancım tam.

Belki ben her şeyi toz pembe görüyorum, milli takımdan fazla umıutluyum ama, neden olmasın? Ülke olarak Avrupa Şampiyonası gibi büyük bir turnuvaya bu kadar ihtiyacımız olduğu bir dönem hatırlamıyorum.

Belki ben bir rüya görüyorumdur, ülke olarak tek yürek ekran başında aynı şeye sevinmek için sabırsızca beklediğimiz dakikaları görüyorum bu rüyada.

Umarım Fatih Terim ve Aslanları o rüyaya hepimizi uyandırır...

KALBİMİZ SİZİNLE... BAŞARILAR TÜRKİYE...

8 Eylül 2014 Pazartesi

NBA Formaları Futbola Uyarlanırsa...





Washington Wizards

Toronto Raptors

Houston Rockets

Portland Trail Blazers

Cleveland Cavaliers

New Orleans Pelicans

Philadelphia 76ers

Memphis Grizzlies

Brooklyn Nets

Denver Nuggets

Utah Jazz

Los Angeles Clippers

Golden State Warriors

Sacramento Kings

Detroit Pistons

New York Knicks

San Antonio Spurs

Charlotte Hornets

Phoenix Suns

Minnesota Timberwolves

Los Angeles Lakers

Oklahoma City Thunder

Orlando Magic

Miami Heat

Boston Celtics

Atlanta Hawks

Dallas Mavericks

Milwaukee Bucks

Chicago Bulls

Indiana Pacers

Bursaspor ve Ankaragucu Kardesligi

Bursaspor ile Ankaragücü arasında yıllardır devam eden, maçlardaki yüzlerce kavga haberinin arasında kendine pek yer bulamayan ama puan ...