27 Ocak 2014 Pazartesi

Tek Ama Yalnız Değil / Hugo Almeida

Sezonun adını FEDA koyan Beşiktaş’ın, hedef yarışında kalma adına sarıldığı iki Portekizliden biri olan Almeida; son haftalarda her zamankinden güçlü, arzulu ve oldukça faydalı gözüküyor. O takımı, takım da onu; gün geçtikçe daha çok tanıyor…


Her futbolsever çocuk gibi benim de futbolcu olma hayallerim vardı. Hatta adım da farklıydı: Tango! Muhtemelen Tango ve Cash’den yürütülme bir isimdi. O hayallerimi en çok süsleyen sahneler ise; son dakikada maçı kazandıran golü atmak, sonrasında gol sevincini diz üstünde yaşayarak yaşamak… Bir başkası ise; mağlup durumdayken atılan gol sonrası, topu filelerden alıp santraya yürümek…


Mahalle maçlarını genellikle ufak çakıl taşlarıyla süslenmiş toprak arsalarda yapardık; haliyle diz üstünde kayarak gol sevinci yaşamak oldukça riskli bir durumdu. Arkasında file olmayan taştan kalelerle oynadığımız ve de golü yiyenin santraya gitmemesi sebepleriyle; topu içerden alma hayali de kursakta kaldı. Ama maçı kazandıran golü atmak mümkün olabilirdi!

Adam alışma yöntemi bizde pek uygulanan bir şey değildi; takımlar genellikle standarttı. O nedenle uyum süreci yaşamıyor, tam bir kolej takımı havası yaratıyorduk. Çoğu kez “beyler son atak…” sesini duyduktan sonra; karşı takımın direkt olarak bizim ‘Golcü Burak’a odaklanacağını biliyordum mesela… O nedenle ona yakın bir yerde ‘salağa yatarak’ pozisyon alır ve mutlaka yaşanan keşmekeş sonrası topu önümde bulurdum. Sonuç mu? Hugo Almeida’dan hallice…

Futbol artık dünya üzerinde en çok takip edilen profesyonel sporlardan biri olsa da; temel kuralları, hikâyeleri amatör ruhla oluşmuş ve beslenmiştir. O yüzden milyonların izlediği, pahalı ayakların eskittiği o çim sahalarda; hala taşlı toprak kokusu vardır aslında… Nitekim bahsi geçen anıda Hugo Almeida; bazen diğer arkadaşlarına varlığıyla fırsat yaratan Burak, bazen de stres ve kararsızlık arasında gol kaçıran Mustafa…

İftar topunu bile indiren adam

Almeida aslında hiçbir zaman güvenilir bir “bitirici forvet” olamadı. Bundan sonra da ondan bunu beklemek haksızlık olur sanki. Almanya günlerinde de kendisini en çok dile düşüren konu buydu nitekim. Ancak bir stoperi omuz omuza mücadelede taç çizgisi dışına atabilecek kalıba sahip olmasına rağmen, aynı zamanda önüne top atıldığında süratini eksik etmeyen;  gökyüzünden düşen iftar toplarını bile sağına soluna indirebilen; kısacası her şekilde rakip stoperleri fizik ve psikolojik anlamda “döven”  yapısıyla ve de kısa, uzun pas hatta -her ne kadar Beşiktaş forması altında göremesek de- uzaktan gönderdiği füze’vari şutlarıyla etkili bir santrafor olduğu kuşku götürmezdi. Doğru kullanıldığı vakit; kendisinin olmasa da içinde bulunduğu takımın gol ortalamasını yükseltebilecek bir oyuncuydu.

Ne var ki bu topraklarda ilk adım attığı yarım dönem hariç, o güzel adamlığını da pek gösteremedi.

Elbette Simao ve Quaresma’nın taç çizgilerine dağıldığı, orta sahadan da her hangi bir hücum koşusu yardımı alamadığı ortamda yalnız bir ‘tek forvet’ti Almeida, takımın kötü kurgulanması da onu değersiz gösteren etkenlerin başını çekiyordu. Ancak bireysel olarak da sahada; hava toplarına yükselmekte üşenen ve faul beklemeyi tercih eden, pozisyon icabı açıldığı taç çizgisinde kendisine kafa izni veren, ayağına aldığı topu fütursuzca ve spikerlerin tabiriyle ‘sürpriz şutla’ kaleye yönelten ama o topların Üsküdar’a yol almasını artık sürpriz olmaktan çıkaran, tembel bir oyuncu izlenimi veriyordu.

Ama bu sene farklı… Artık takımı en ufak elektriklenmede bile sahiplenen; kafa olarak çok daha odaklı bir görünüm içerisinde Almeida. Fizik olarak da gün geçtikçe kendini buluyor. Beşiktaş’ın zaruri durumlarda şişirdiği topları, rakip yarı sahada kalacak şekilde karşılıyor. Bu durum, hem savunmanın nefes almasına hem de orta sahanın karşı prese geçmesine olanak sağlıyor.


Asiste dönüşen ıskalar…

 Santraforundan yeterince gol katkısı alamayan takımların başvurduğu bir yol vardır; kanattan ve orta sahadan daha fazla içeriye adam sokarak, gol bulma adına yetenek eksikliğini tolere etme durumu… Çünkü daha kalabalık gelmek demek; rakip defansa uygulanan baskıyla, biten atağı yeniden başlatmak ve ceza sahası çevresinde daha fazla seçenek, haliyle daha net fırsatlar bulabilmek demektir. Nitekim 2012 yılında tüm forvetlerinden bir Diego Milito kadar gol katkısı alamayan Juventus’un da yaptığı şey budur.

 Beşiktaş’ın da Kasımpaşa ve Mersin karşısında “kazanan takım!” hissini uyandırırken yaptığı şey buydu aslında… Keza yine 3 gol bulduğu Bursaspor maçında da “Almeida’yı kullanmak” adına değişen bir şey yoktu hücumda. Nitekim Holosko takımının ikinci golünü atarken yaptığı koşuyla; Almeida’nın ıskasını asiste çeviriyordu! Tıpkı Cristiano Ronaldo’nun Euro 2012’de Çek Cumhuriyeti filelerini bulurken; aslında Moutinho’nun ortasına değil, Almeida’nın tüm savunmayı peşine takıp vuramadığı topla “al da at!” çağrısına cevap vermesi gibi…

Formdaysa ve biraz da moralliyse; o kenar ortaların kafasıyla buluştuğu zaman da çok acayip sahnelerle karşılaşabiliyoruz. Filelerle buluştuğu anda o muhteşem sesi çıkartacak şekilde topun gelişine kondurulan volelerin bir ayrı hastasıyımdır. Ancak bunun kafa ile yapıldığına daha önce sadece bir kez şahit olmuştum: Steven Gerrard’ın 2-1’lik Beşiktaş maçında deniz tarafındaki kaleye attığı gol, benzersizdi… Aynı ‘kafa vole’yi Almeida, Kasımpaşa karşısında sergilemiş ve maçı yerinde izleyen insanlara ‘o neydi?’ hissini yaşatmıştır.

Bana ara pası atmayın kardeşim!


Aynı şeyi çok iyi kullandığı sol ayağıyla, epey de düşünme fırsatı yakaladığı karşı karşıya pozisyonlarda uygulayamaması ise şüphesiz onun son günlerdeki trajikomik tarafı… Aslında tam da bu sebepten kaçırıyor sanki; çok fazla düşünmek…  “Şöyle abanıp kaleciyi içeri soksam da, şu meydan bir titrese! Yoksa feyk gösterip yatırsam mı? En temizi efendi gibi köşeye plaseyi bırakayım ya da kalecinin üstünden aşırayım; Chicharito’dan neyim eksik…” derken ona ayrılan açının sonuna geliyoruz ve kaleciye çok fazla yaklaştığından avantajını kaybediyor. Tıpkı 4-0’lık İspanya maçında attığı son golde olduğu gibi; kaleciye çok yaklaşmadan bir köşede karar kılıp vuruşunu yaptığı vakit, bu fobisini atlatacaktır. Aksi halde Fear Factor’e gönderip; kendisini bir top ve bir adet kaleciyle baş başa bırakmak zorunda kalacağız.

Ama şu bir gerçek ki; takımın onu sadece “kafasına top atılası tek forvet” olarak görmediği, rakip kale önüne terk edip, ondan mucize yaratmasını beklemediği zamanlar Almeida; ceza sahasında hiç topa dokunmadığı zamanlar bile dolaylı yoldan tabela değiştiren, gol ortalamasını yükselten adam… Her ne kadar sistemde öyle gözükse de; Olcay’ın, Oğuzhan’ın, biraz Fernandes’in, en çok da Holosko’nun koşularıyla; ‘tek ama artık yalnız olmayan’ bir adam. Bu haliyle Almeida; maçı koparacağı her noktada kastettiği Beşiktaşlı yüreğinde, ne olursa olsun “güzel adam”…


Yazı - Muzaffer Demirtaş

Bursaspor ve Ankaragucu Kardesligi

Bursaspor ile Ankaragücü arasında yıllardır devam eden, maçlardaki yüzlerce kavga haberinin arasında kendine pek yer bulamayan ama puan ...