19 Ekim 2013 Cumartesi

“M.Ö. – M.S” ile Arsenal


M.Ö ve M.S aslında Arsenal için de bu tabiri kullanmak mümkün. Mesut Özil öncesi... Kötü geçirilen bir Emirates Cup'ın ardından ligin açılış maçı...
                                                             Devamını Gör>>

17 Ekim 2013 Perşembe

Total futbolun “İlker”i: Suurbier!

İlker Yağcıoğlu’nun 1997’deki Hollanda maçında kestiği ortayı vo zamanlar gazetelerde neler yazıldığını hatırlayın: “İlker hayatının....
                                                              Devamını Gör>>

5 Ekim 2013 Cumartesi

“Vasat” dendi, “Kahraman” oldu: Oliver Bierhoff


Oliver Bierhoff dün yaptığı açıklamada Almanya’nın 2014’te düzenlenecek olan Dünya Kupası’nı ....

                                                            Devamını Gör >>

4 Ekim 2013 Cuma

Rusya’nın son harikası: Aleksandr Kokorin


Rusya’nın Avrupa futboluna son hediyesi seleflerine hiç benzemiyor!

2008 yılı Rus futbolu için zirve anlamına geliyordu; UEFA Kupası’nı Rangers’ı 2-0′la geçerek müzesine götüren Zenit St Petersburg yeni bir çağın habercisiydi, asıl patlama ise o yaz düzenlenen Euro 2008′de yaşanacaktı. Elemelerde İngiltere’yi geride bırakan ve Guus Hiddink yönetiminde turnuvanın en büyük sürprizlerinden biri olmayı başaran Rusya, dinamik futboluyla yarı finale kadar yükselmeyi başardı. O yaz Rus futbolcular Avrupa’da sansasyon yarattılar. Takımın saha içi lideri, Küçük Çar lakaplı Arshavin ve genç forvet Pavlyuchenko Londra’nın ezeli rakipleri Arsenal ve Tottenham’a transfer olurken ilerleyen dönemde Yuri Zhirkov, Diniyar Bilyaletdinov ve Pavel Pogrebnyak Premier Lig havası soludular.

Çok başka bir profil: Kokorin

Girizgah Rus futbolunun çıkış dönemini konu alsa da biz sadede hızlıca gelelim; ilerleyen yıllar Arshavin’i de, Pavlyuchenko’yu da Pogrebnyak’ı da yıprattı.Rus futbolu belli belirsiz bir duraklama evresine girdi. İşte Dinamo Moskova’nın genç forveti Aleksandr Kokorin imdada yetişen isim oldu.
Başarısızlığı benimsemiş, ezeli rakiplerini uzaktan izlemeye alışmış Dinamo camiası ilk günden itibaren onun üzerine titremişti, henüz ilk maçında ikinci yarının başında dahil olduğu oyunda skoru 18 dakika içinde değiştirerek kulüp tarihinin en genç golcüsü oldu. 17 yaşındaydı. 
22 yaşındaki oyuncu geçtiğimiz yıl kariyerinin zirvesine çıktı ve sezonu 17 gol, 6 asistle kapadı. Bu da Anzhi’nin dikkatini çekti. Rus Milli Takımı’nın iskeletini bünyesinde toplama amacındaki Dağıstan ekibi 19 milyon euroluk serbest kalma bedelini tereddüt etmeden ödedi. Kokorin artık şampiyonluk yarışı verecekti. Ancak işler beklendiği gibi gelişmedi veAnzhi’nin yüksek maliyetli oyuncuları birer birer elden çıkarması sonucu genç golcü yine 19 milyon euro karşılığında yuvasına döndü, bu kendisi adına da en iyisi oldu çünkü şu an 6 haftada 4 golü var. Milli takımın da gol umudu haline geldi; Dünya Kupası Elemeleri’nde 6 maçta 4 golü buldu ve Capello’nun as golcüsü olmayı başardı.



Nasıl bir oyuncu?
Biraz Pogrebnyak, biraz Pavlyuchenko… Ancak ikisinden de iyi. Üstelik Arshavin’i andıran bir oyun zekası var! Hücumun her tarafında rol alabiliyor ve bu rakipleri zor durumda bırakıyor. Onu sol kanattan içeri kat edip sağ ayağıyla golünü atarken, sol ayağıyla kaleciyi avlarken veya ceza sahasının içinde işleri karıştırırken görebilirsiniz. Euro 2008′in Rus futbolculara Avrupa kapılarını nasıl açtığı halen aklımızdayken 2014 Brezilya Dünya Kupası’nın Kokorin’in Premier Lig’e geçişini neden sağlamasın?

Biraz da izleyelim;

3 Ekim 2013 Perşembe

Tutunamayanlar…


Chedjou ve Eboue, Galatasaray’ın bölünmüş kadrosunun iki yakasını temsil ediyordu: “Varını yoğunu koyanlar” ve “Tutunamayanlar”…


Sezon öncesinde Galatasaray’ın bankoları yazılırken fikirler değişse bile, hiçbir 11 Sneijder ve Burak’sız kurulmuyordu. Herkes, Galatasaray’ın zayıf kulübesindeki en büyük joker olarak Amrabat’ı görüyordu, Selçuk’a Avrupa devlerinden kulüpler bile beğenilmişti. Fakat, sezonun getirdikleri böyle olmadı.. Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ı kadar oldu mu, bilinmez.. Fakat Galatasaray yaklaşık 2 ay içerisinde, en beklenmeyen senaryoyla kendiTutunamayanlar’ının hikâyesine tanıklık etti..

Fatih Terim, “kadro adaletini” sağlayacağını garanti ettikten sonra gelişen süreç, hiç de onun beklediği gibi olmadı. Galatasaray bu sezon sahada öncelikle orkestra şefi, Selçuk’un yokluğunu büyük bir şekilde hissetti. Ardından Selçuk’un yokluğu Burak’ı, onun formsuzluğu da Galatasaray hücumlarını bitirdi. Yanındakilerin yokluğunda Sneijder için de aynı son kaçınılmazdı. Üstelik, Melo ve Muslera’nın “kurtardıkları olmasa” Galatasaray çok daha büyük bir krizin eşiğine gelebilirdi, Real Madrid maçı gibi..
İşte tam da bu noktada, belki de Fatih Terim’in zamansız gidişinin Galatasaray’a en büyük katkısı olarak, Mancini’nin oyuncuların tamamına karşı sahip olduğu nötr bakış, Galatasaray’ı yeniden düzlüğe çıkartmak adına en önemli kazanç hâline geldi. Futbolda çok çok ender görebileceğimiz bir şey olarak, Mancini oyuncuların çoğunu tanımadığından, forma adaleti de tamamen sağlanmıştı. Yani, antrenmanda ne görürse, sahaya onu sürecekti.. Hatta sosyal medya, dün akşam vakitlerine kadar Aydın’ı ilk 11’de bekliyordu! (Artık Mancini idmanda ne gördüyse…)


Nitekim, Mancini’nin oyuna müdahaleleri de, forma seçimi kadar adaletli oldu. Sneijder ve Riera’nın etkisiz hâllerine bir an olsun tereddüt etmeden son veren Mancini, forvet seçiminde de tercihini biraz da Taffarel’in yardımıyla Umut’tan yana kullandı. Zaten Umut, sezon başından bu yana formayı şüphesiz Burak’tan daha fazla hak ediyordu. Aynı şekilde Semih’in sakatlanması üzücüydü fakat Gökhan’ın performansı, onun da oynayabileceğini, hatta ilk 11 başlayabileceğini kanıtlayacak cinstendi. Tabi, bunun yanında bir Amrabat tercihi de vardı..
Özetlemek gerekirse, Chedjou’nun maçın sonlarına doğru Muslera’nın yanı başında her zamanki resitallerinden birisini sunarak kendini yere bırakan Eboue’ye “Kalk artık!” demesi, Galatasaray adına sezonun ilk bölümünün bir özeti gibiydi. Zira Chedjou ve Eboue, Galatasaray’ın bölünmüş kadrosunun iki yakasını temsil ediyordu: “Varını yoğunu koyanlar” ve “Tutunamayanlar”…



Derli toplu bir saray


Belki takıma kendi imzasını atacak zamanı yoktu ama takıma Mancini eli değdiği her halinden belliydi..



Henüz birkaç gün önce anlaştığınız takımınızla Juventus deplasmanına çıkacaksınız, takıma kendi felsefenizi aşılamak için yeterli vaktiniz yok. Tek yapabileceğiniz şey hızlandırılmış futbol mantığı kursuyla oyuncularınızı İtalyanlaştırmak. Evet, İtalyanlaştırmak, çünkü Juventus karşısında Galatasaray gibi takımların tek çaresi onlara kendi zehrinden tattırmaktır.
Çok dinamik, çok kompakt bir takım Juventus, ancak yaratıcılık sorunu had safhada. İşte Roberto Mancini’nin takımı bir langırt masasında rakibinin her adamını boşluk bırakmaksızın karşılamış sinir bozucu arkadaş gibiydi. İş “Başbakan” Pirlo’nun fırfırlarına kalmıştı. Üstelik Drogba’nın golü Mancini’ye kariyerinin en zayıf halkası görünümündeki Şampiyonlar Ligi’nde başarıyı da müjdeliyordu.
Oyuna dinamizm katması için sahaya sürdüğü Amrabat’ın olmayan pozisyonda penaltı yaptırması büyük şanssızlıktı ama yaptığı bir başka hamle beraberliği getirdi; basında oluşan “garantici hoca” anlayışına uymayacak şekilde Drogba’lı hücum hattını dinamik ve takım savunmasına katkısı üst düzey Umut’la ikiledi ve ilk ters köşesini yaptı.
Evet Mancini’nin elinde sihirli değnek yok, ancak sadece futbol doğrularını göz önüne alarak sahaya sürdüğü haddini bilen, ayaklarını yere sağlam basan Galatasaray en azından şansını sürdürüyor. Yaratmaya çalışacağı yeni Galatasaray’la ilgili en önemli ipucunu da Chedjou’yu her fırsatta yanına çağırıp taktik vermesinden almak mümkün. Saray’da artık kaosun sürprizleri değil düzen mevcut.

Tanıştıralım, Drogba!


Chiellini, sen topu ne güzel yere düşürdün öyle…



Bazen an gelir, daha topu ağlarda görmeden önce pozisyonun  gol olacağına inanırsınız. Çünkü o topla buluşan ayaklar, fazlasıyla ustadır ve sakin… Tıpkı Juve Arena’nın tanıştığı Drogba’da olduğu gibi!


2 Ekim 2013 Çarşamba

Bu çocuk bir acayip!

Chelsea dün gece Bükreş deplasmanında 4-0 kazanırken, sahada alenen bir Andre Schürrle resitali vardı! 




“Onun en faydalı olacağı yer sol kanat. Bugün o bölgede neler yapabileceğini ve ne kadar kaliteli bir oyuncu olduğunu kanıtladı.” Mourinho bu sözlerinde çok haklıydı. Zira sezon başında Leverkusen’den transfer edilen Schürrle, dün akşam aldığı her topla rakip alana kat etti ve mutlaka o aksiyonlarını pas ya da şut olarak bir sonuca bağlamayı başardı… Maç sonunda oyuncusunun performansından çok mutlu gözüken Portekizli teknik adam, “Bu çocuk çok güçlü!” diyor ve ekliyordu;




Topla muhteşem hareketler yapabiliyor. Ve bunu sürekli hale getiriyor. Aynı zamanda topsuz oyunda da ne yapması gerektiğinin farkında…
Galiba işin sırrı tam da buydu. Andre Schürrle gibi Alman disiplinine, temposuna ve gücüne sahip olan bir oyuncu, epey de teknik olunca ortaya böylesine “bir acayip yok edici” çıkıyor. Zira sadece Bükreş maçında yaptıkları bile klip yapılacak düzeyde, ki zaten yapmışı var…



Galatasaray’ın hocası Mancini

Sarı-kırmızılıların üç yıllık anlaşmaya vardığı İtalyan teknik adamın profilinden öne çıkanlar…



 “Grande Terim”in yerini karizması ve etkileyici CV’siyle doldurabilecek kalibredeki Mancini, teknik direktörlük kariyerinde hep önemli takımları çalıştırdı; Fiorentina’nın ekonomik krizle çırpındığı dönemde görevi Fatih Terim’den devralan Mancini, selefinin İtalya Kupası finaline taşıdığı Mor Menekşeler’i şampiyon yaptı.

Ekonomik sıkıntılar Lazio’da da peşini bırakmadı; Crespo ve Nesta gibi yıldızları satıp maaş bütçesinde dev kesintiye giden başkent ekibinden UEFA Kupası yarı finalisti yaratmayı başardı . Grubu sonuncu tamamladığı Şampiyonlar Ligi macerasına ise Beşiktaş’la aynı grupta yer aldığı 2003-04 sezonundan aşinayız.




 Inter’de kazandığı lig şampiyonlukları Juventus’un yokluğu ve diğer takımların rekabet yaratamamasına bağlanıp küçümsenen menajer, 2009 yılında rüyasını gerçekleştirip hayranı olduğu İngiliz futbolunun en pahalı ekibi Manchester City’nin başına geçti.

Yapılan astronomik yatırımın nihai meyvesini 2011-12 sezonunun son saniyesinde gelen lig şampiyonluğuyla alırken 1 FA Cup, 1 de Community Shield şampiyonluğu elde etti, geçtiğimiz sezonun sonunda küme düşen Wigan’a kaybettiği FA Cup finali ve Şampiyonlar Ligi’nde gruptan çıkmayı dahi başaramamasıyla tükenen kredisi biletinin kesilmesine neden oldu. Buna rağmen 44 yıl sonra lig şampiyonluğu kazandırdığı kulübün taraftarları onu gazeteye verdikleri özel ilanla anmayı ihmal etmedi.


Inter ve Manchester City’de Balotelli ile birlikte olduğu dönemlerde, aralarında adeta bir baba-oğul ilişkisi vardı. Mancini, Balotelli’yi “Onu oğlum gibi görüyorum” diye tanımlamıştı. Ancak geçen sezonun devre arasında Balotelli’yi daha fazla idare edemedi ve onu Milan’a gönderdi. İtalyan teknik adamın bir antrenmanda Balotelli’nin yakasına yapışmış görüntüleri zihinlere kazındı.




Bir röportajında “Futbol benim için ekmek gibi bir şey” demişti.
FourFourTwo’ya verdiği röportajda ise teknik direktörlük kariyerinde aldığı dersi şu sözlerle ifade ediyordu.

Kazansanız bile durmadan çalışmalısınız. Kaybettiğinizde bir şekilde hatalarınızı telafi edebilirsiniz ancak kazanınca her şeyin yolunda olduğunu zannedip sorunları göremeyebilirsiniz. İşte o zaman da kaybedersiniz.

 Takımın bir diğer yıldızı Tevez’le de benzer sorunlar yaşadı. Öyle ki Tevzez, Bayern Münih karşısında oynanan Şampiyonlar Ligi maçında sonradan oyuna girmeyi reddetti.


Karizmatik duruşu, boynundan eksik etmediği kulüp renklerini barındıran atkıları ve açıklamalarıyla Galatasaray görevinin ağırlığını kaldırabilecek durumdaki Mancini’nin olumsuz yönüyse eski bir forvet olmasına rağmen kurduğu takımların ofansif açıdan öne çıkmaması. Hücum prensibine göre oluşturulmuş Galatasaray kadrosu onun sağlamcı futboluna ters gelebilir. Ne de olsa elinde Dzeko, Tevez, Balotelli, Silva gibi isimler varken “1-0′lık galibiyetleri severim, gol yememek de en az atmak kadar önemli” demiş birisi!

Futbolculuk kariyeri

  • Milan, henüz 12 yaşındayken Mancini’yi transfer etmek istedi ancak ufak bir yanlışlık sonucu Mancini başka kulübe gitti. Yapılan bölge seçmelerinde ona hayran kalan teknik direktör Nils Liedholm’ün yardımcısı Luciano Tessari, Mancini’nin oynadığı kasaba takımına mektup yolladı. Ne var ki bu mektup yanlış kulübe gidince (kasabada iki takım vardı) Mancini de Milan yerine Bologna’nın yolunu tuttu. Orada müthiş bir gelişim göstererek basamakları koşarcasına tırmandı.

  • Mancini çok iyi bir oyuncuydu ama tam anlamıyla bir santrfor değildi. Bu konu kafasına o kadar takılmıştı ki 2000’lerinde başında antrenörlük eğitimi alırken bitirme tezinin konusu olarak bunu belirledi.
  • Dokuz gol attığı ilk sezonunda Bologna küme düştü. 16 yaşındaki bir oyuncu için son derece kötü bir deneyimdi bu. Birçokları onun çok iyi bir santrfor olduğunu düşünse de o, bu görüşe kesinlikle katılmıyordu. 1982 Dünya Kupası için İtalya Milli Takımı’nın 40 kişilik aday kadrosunda yer alsa da turnuvaya gidemedi. Bu, daha sonra yaşayacağı milli takım pişmanlığının başlangıç noktasıydı.
  • O sırada Sampdoria, yaklaşık 3 milyon euro ve birkaç oyuncu karşılığında Mancini’yi Bologna’dan transfer etti.
Mancini, futbolculuk kariyeri boyunca bunun gibi çok sayıda fantastik gol attı
  • Sampdoria’da ilk yılları hiç de iyi geçmedi ancak teknik diretörlüğe Vjodin Boskov’un gelmesiyle birlikte Mancini’nin kaderi değişti. Boskov, Mancini’den en iyi şekilde yararlanırken Mancini de oyun kurma becerileriyle etrafındaki oyuncuların performansını artırdı. Kurt teknik adam, Mancini’yi nasıl kullanacağını çok iyi biliyordu; İtalyan oyuncu, 1988 ve 1991’de Yılın Futbolcusu seçildi. 


  • O kadar çabuk sinirleniyordu ki insanlar onu Eric Cantona ile karşılaştırıyordu. Belki Fransız meslektaşı gibi taraftara uçan tekme atmadı ama Kasım 1995’te ipin ucunu biraz kaçırdı! Inter maçında yarım saat geçilirken kaleciyle karşı karşıya kaldığı bir pozisyonda çalımını atmış ve yerde kalmıştı. Hakemden penaltı istedi ama kendini yere attığı için sarı kart gördü. O sinirle kalkıp kaptanlık pazubandını çıkardı ve sahayı terk etti. Ertesi gün Il Corriere della Sera, “Onu kurtarın! Onu kendisinden kurtarın!” diye manşet atmıştı.
  • Duyduğu tek pişmanlık ise milli takımıyla ilgili; onun gibi kaliteli ve jenerasyonunun en iyi oyuncularından birinin sadece 36 kez milli olması gerçekten çok şaşırtıcı.

Dragao’yu Arda susturdu

“Kral Leonidas”, Atletico’yu uçurmaya devam ediyor



Şampiyonlar Ligi G Grubu’nda ilk hafta Zenit karşısında galip gelen Atletico Madrid’de bir gol Arda Turan’dan gelmişti.
Sözleşmesi yenilenen ve 40 milyon euro fesih bedeli konulan milli yıldız, bu bedeli hak edecek performanslar ortaya koymaya devam ediyor.

Hafta sonu Real Madrid’i yenerek derbi galibiyetiyle Dragao’ya Porto deplasmanına çıkan Atletico’yu uçuracak isim yine aynıydı: Arda Turan


Yapılan serbest vuruş organizasyonunda sahneye çıktı ve Dragao’yu susturdu!

Bursaspor ve Ankaragucu Kardesligi

Bursaspor ile Ankaragücü arasında yıllardır devam eden, maçlardaki yüzlerce kavga haberinin arasında kendine pek yer bulamayan ama puan ...