Lozan Anlaşması gereği, Türkiye ile Yunanistan arasında nüfus mübadelesi yapılmış ve Türkiye'den gelen yaklaşık 1.5 milyon Yunanı toprak sahibi edebilmek için Atina Hükümeti, kuzeydeki Makedonların topraklarına el koymaya başlamıştı.
İşte Hagi ailesi de bu yüzden göç etmek zorunda kalmıştı Romanya'ya. Tam yeni köye kök salmaya başlamışlardı ki, 1940'da Romanya, bu bölgeyi Bulgaristan'a vermek zorunda kaldı.Haydi, yine göç! Makedonlar kuzeye doğru bir kere daha yola çıktılar. Hagi ailesi, Köstence'nin kuzeyinde Sacele köyüne yerleşti.
"Hagi" "Hacı" mı?
Geçmiş asırlarda, Makedonlarda, Hagi ismini sadece Kutsal Dağı ziyaret edenler taşıyordu. Kudüs'e giden yol çok tehlikeli olduğundan, Kutsal Dağa gidip de sağ salim dönenler, büyük törenle karşılanırdı. Taşıdıkları ada Hagi sıfatı da eklenirdi. Hacı, ama Hıristiyan hacısı. Kelimeyi ise Osmanlılar'dan almışlardı. Makedonlar için ''hagi'' veya ''hagiu'' sayılması, övülmesi gereken kişi anlamına gelirdi. Hagi'nin de atalarından biri Kutsal Dağı ziyaret etmişti. Zamanla, ailenin esas adı kaybolmuş, Hagi diye anılır olmuşlardı.
Topla Tanışma4-5 Şubat 1965 gecesi, ailenin dördüncü çocuğu olarak dünyaya geldi. İsmi Gheorghe'ydi. Büyükbabasının ve 9 aylıkken ölen ağabeyinin ismini vermişlerdi ona. Ama kısaca Gica dediler. Zayıf ve kısa boyluydu. Ama karların eridiği andan sonbaharın ilk kırağısına kadar hep yalınayak dolaşırdı.
1966'da, Hagi iki yaşını doldurmak üzereyken, garip bir hediye aldı. Dede Gheorghe kestiği domuzun idrar torbasını yıkayıp temizledikten sonra şişirip kuruttu. İşte Gica topla böyle tanıştı!
Dört yaşında, artık ninesi Sultana'nın yaptığı kumaşlardan yapılma bir topun peşinden koşuyordu. Bir yıl sonra dedesi bu kez de, at kıllarından yeni bir top yaptı. Kale yoktu, saha yokuştaydı, Gica hep yalınayaktı, ama olsun zevk büyüktü. Gica hayatındaki ilk gerçek topa 6 yaşındayken sahip oldu. Annesi şehirden alıp getirmişti.
Yine GöçKöydeki hayat şartları ağırlaşıyordu. Kaçınılmaz karar alındı. 1973 ilkbaharıydı. Gica ikinci sınıfı yeni bitirmişti. Hagi ailesi eşyalarını bir kamyona doldurarak Köstence'ye doğru yola çıktı. Yine göçüyorlardı, bu defa köyden kente.
Köstence'de, Makedonların mahallesi olan Coiciu'ya yerleştiler. Bir evleri, hayvan besleyebilecekleri küçük bir bahçeleri vardı.
Futbol,Futbol,Futbol...Gica, Makedonlardan oluşan bir futbol grubuna yanaştı. Maçları, ıssız geniş bir caddede yapıyorlardı. Gica 9 yaşında, grubun en küçüğüydü. Üstelik ufak tefekti. Büyükler, onu kaleci yaptılar. Bazen acıyarak öne çıkmasına izin verirlerdi ve Gica topu aldığı gibi golü atardı.
Nisan 1975. Bir salı günü, F. C. Köstence gençlik takımında oynayan bir oyuncu, antrenörü Iosif Bukossi'ye, "Ioji amca, 23'ünçü okulda bir oğlan var, herkesi dağıtıyor'' dedi. Bukossi Hagi'yle böyle tanıştı: "O kadar ufak tefekti ki, bana övdüğün çocuk bu mu, diye sordum. Hadi, yine de bir deneyeyim dedim. Çocuğu kalenin arkasına gönderdim. Kalecinin kaçırdığı topların peşinden zıplıyor, topu geri gönderirken de, önce birkaç defa ayak üzerinde oynatıp öyle yolluyordu. Topa vuruş şekli birkaç yıl idman görmüş futbolcularınkinden farklı değildi''.
Böylece, 4 Nisan 1975'te, 10 yaşında Bukossi'nin himayesine girdi.
1975 yılında antrenör Bukossi'nin himayesine giren Gica, 76 senesine kadar, yaşı tutmadığı için herhangi bir resmi yarışmaya katılmadı.
Temmuz 1976'da, İzciler Kulüpleri arasında Köstence'de bir çocuk turnuvası düzenlenmesi kararı alınmıştı. Bu Gica için bir şanstı. Gerekli görüşmeler yapıldıktan sonra, Köstence'yi temsil eden takımda 11 yaşında olan Gica'nin da yer alması kararlaştırıldı. İlk maçtan itibaren Hagi'nin golleri birbirini takip etti.
24 Mart 1978'de F.C. Köstence Kulübü'nün 97.515 No'lu kimliğine sahip oldu Hagi. Artık resmi bir futbolcu olmuştu. 13 yaşında bir futbolcu. Bukossi Hoca'nın bu "afacanı'', millî takım antrenörünün de dikkatini çekti. Gica antrenmanlardan sonra da sahada kalırdı. Çünkü böylece aşık olduğu topu hiç kimseyle paylaşmak zorunda kalmıyordu. Artık iş ciddileşmiş ve disiplin zamanı gelmişti. Gica solaktı ve sağ ayağının probleminin çözülmesi gerekiyordu. Hocası, ''eğer sağ ayağını sırf otobüse binmek için kullanacaksan, futbolda sınıfta kalırsın'' diye sataşıyordu ona
http://yeoman.sitemynet.com/mynet_resimlerim/1_2_.jpg
Fatih Terim: En hırslı, bu yüzden çok büyük yerlere geldi.
Popescu: Akrabam. Çok iyi bir profesyonel, saygılı ve zeki.
Filipescu: Ne istediğini bilir, öğrenmeyi sever. Ama daha hırslı olmalı.
Adrian Ilie: Büyük bir yetenek, çok saygılı, daha çok fedakar olmalı.
Lutu: Yetenekli bir oyuncu ama fiziği yardım etmedi.
Taffarel: Tanıdığım en iyi dosttu. Benim için son 20 senenin en iyi kalecisi. Süper bir adam, çok neşeli biri, bizi neşelendirirdi. Çok iyi bir aile babası.
Ümit Davala: Almanya'da yetişmiş, Almanların sahip olduğu özelliklere sahip. Herşeyini feda eder, disiplinli, çok zeki.
Capone: Her zaman çok uyumayı severdi, ama çok iyi bir oyuncuydu. Belki de Brezilya'lı olduğundan. Ama çok saygı gösteren ve akıllı biri.
Emre Belözoğlu: Yetenekli ama belki de çok daha genç. Ama zamanla bunu aşacak. Yalnız, herşeyi bildiğini sanmasın.
Okan: Türk insanının ruhunu taşıyor. Çabuk, her yerde her zaman, sıcak. Biraz da teknik özelliği var. Okan'ı gördüğün zaman bir Türk oyuncuyu görebilirsin. Sahada herşeyini feda eder, ama biraz çabuk darılır.
Tugay: Galatasaray'ın diğer bir sembolü, büyük bir kalbi var, çok içten biri ve çok iyi bir oyuncu. Dünya kupasında çok iyi oynadı.
Arif: Her zaman beğendiğim bir takım oyuncusu ve arkadaş. Çok saygı gösterir, biraz çekingen, çok yetenekli. Her iki ayağını da kullanır ki bu bir oyuncuda çok zor bulunan bir yetenektir. Büyük bir karakter olarak görüyorum kendisini.
Bülent Korkmaz: Çok ciddi, saygıdeğer, çok çalışkan ve herşeyini Galatasaray'a feda eder.
Hakan Şükür: Türkiye'nin tartışmasız bir sembolü ve starı. Sahip olduğu isimle yaşaması zor olan biri. Kendisiyle her zaman çok iyi anlaştım. Çok duygusal, bu demektir ki iyi bir insan. Ama o star etiketiyle yaşamak biraz zor. Zirve gibi...
Hasan Şaş: Motor? "Formülo Uno!"
Ergün: Benim Maradona'mdı.
Vedat: Hem iyi, hem kötü. Galatasaray'da geçirdiği altı sene boyunca eleştirilere rağmen antremanda hiç sorun çıkarmadı, yetenekli.
Suat: Akılı ve deneyimli. Küçük ama şeytan gibi, çok akıllı
Fatih Akyel: Allah kendisine bir çok özellik vermiş. Genç, daha fazla çalışmalı. İnsanlara çok çabuk ısınan bir yapısı var. Belki seneler geçtikçe daha deneyim kazanacak.
Hakan Ünsal: "Küçük!" Çok iyi eğitimli, saygılı, çok güçlü, tam Türk. Çok iyi bir arkadaş. Futbolcu olarak çok iyi özelliklere sahip, çalışkan. İki ameliyat geçirdi, ama dört ay içinde iyileşti.
Müfit Hoca: Oyuncu olarak tanımadım. Ama antrenör olarak her zaman Terim'i destekledi. İkinci antrenör olarak her zaman işini iyi yaptı. Bana yardım etti, aynı mahallede oturuyorduk.
Bülent Hoca: Deneyimli, yaşlı görünse de bir şeyi söylediğinde iki kere düşünür. Saygı duyarım kendisine...
Eser Hoca: Sabahtan akşama kadar çalışan bir spor adamı. Spor yapmayı ve çalışmayı çok sever. Çekingen, kalecileri çalıştıran çok iyi bir profesyonel.
İşte Hagi ailesi de bu yüzden göç etmek zorunda kalmıştı Romanya'ya. Tam yeni köye kök salmaya başlamışlardı ki, 1940'da Romanya, bu bölgeyi Bulgaristan'a vermek zorunda kaldı.Haydi, yine göç! Makedonlar kuzeye doğru bir kere daha yola çıktılar. Hagi ailesi, Köstence'nin kuzeyinde Sacele köyüne yerleşti.
"Hagi" "Hacı" mı?
Geçmiş asırlarda, Makedonlarda, Hagi ismini sadece Kutsal Dağı ziyaret edenler taşıyordu. Kudüs'e giden yol çok tehlikeli olduğundan, Kutsal Dağa gidip de sağ salim dönenler, büyük törenle karşılanırdı. Taşıdıkları ada Hagi sıfatı da eklenirdi. Hacı, ama Hıristiyan hacısı. Kelimeyi ise Osmanlılar'dan almışlardı. Makedonlar için ''hagi'' veya ''hagiu'' sayılması, övülmesi gereken kişi anlamına gelirdi. Hagi'nin de atalarından biri Kutsal Dağı ziyaret etmişti. Zamanla, ailenin esas adı kaybolmuş, Hagi diye anılır olmuşlardı.
Topla Tanışma4-5 Şubat 1965 gecesi, ailenin dördüncü çocuğu olarak dünyaya geldi. İsmi Gheorghe'ydi. Büyükbabasının ve 9 aylıkken ölen ağabeyinin ismini vermişlerdi ona. Ama kısaca Gica dediler. Zayıf ve kısa boyluydu. Ama karların eridiği andan sonbaharın ilk kırağısına kadar hep yalınayak dolaşırdı.
1966'da, Hagi iki yaşını doldurmak üzereyken, garip bir hediye aldı. Dede Gheorghe kestiği domuzun idrar torbasını yıkayıp temizledikten sonra şişirip kuruttu. İşte Gica topla böyle tanıştı!
Dört yaşında, artık ninesi Sultana'nın yaptığı kumaşlardan yapılma bir topun peşinden koşuyordu. Bir yıl sonra dedesi bu kez de, at kıllarından yeni bir top yaptı. Kale yoktu, saha yokuştaydı, Gica hep yalınayaktı, ama olsun zevk büyüktü. Gica hayatındaki ilk gerçek topa 6 yaşındayken sahip oldu. Annesi şehirden alıp getirmişti.
Yine GöçKöydeki hayat şartları ağırlaşıyordu. Kaçınılmaz karar alındı. 1973 ilkbaharıydı. Gica ikinci sınıfı yeni bitirmişti. Hagi ailesi eşyalarını bir kamyona doldurarak Köstence'ye doğru yola çıktı. Yine göçüyorlardı, bu defa köyden kente.
Köstence'de, Makedonların mahallesi olan Coiciu'ya yerleştiler. Bir evleri, hayvan besleyebilecekleri küçük bir bahçeleri vardı.
Futbol,Futbol,Futbol...Gica, Makedonlardan oluşan bir futbol grubuna yanaştı. Maçları, ıssız geniş bir caddede yapıyorlardı. Gica 9 yaşında, grubun en küçüğüydü. Üstelik ufak tefekti. Büyükler, onu kaleci yaptılar. Bazen acıyarak öne çıkmasına izin verirlerdi ve Gica topu aldığı gibi golü atardı.
Nisan 1975. Bir salı günü, F. C. Köstence gençlik takımında oynayan bir oyuncu, antrenörü Iosif Bukossi'ye, "Ioji amca, 23'ünçü okulda bir oğlan var, herkesi dağıtıyor'' dedi. Bukossi Hagi'yle böyle tanıştı: "O kadar ufak tefekti ki, bana övdüğün çocuk bu mu, diye sordum. Hadi, yine de bir deneyeyim dedim. Çocuğu kalenin arkasına gönderdim. Kalecinin kaçırdığı topların peşinden zıplıyor, topu geri gönderirken de, önce birkaç defa ayak üzerinde oynatıp öyle yolluyordu. Topa vuruş şekli birkaç yıl idman görmüş futbolcularınkinden farklı değildi''.
Böylece, 4 Nisan 1975'te, 10 yaşında Bukossi'nin himayesine girdi.
1975 yılında antrenör Bukossi'nin himayesine giren Gica, 76 senesine kadar, yaşı tutmadığı için herhangi bir resmi yarışmaya katılmadı.
Temmuz 1976'da, İzciler Kulüpleri arasında Köstence'de bir çocuk turnuvası düzenlenmesi kararı alınmıştı. Bu Gica için bir şanstı. Gerekli görüşmeler yapıldıktan sonra, Köstence'yi temsil eden takımda 11 yaşında olan Gica'nin da yer alması kararlaştırıldı. İlk maçtan itibaren Hagi'nin golleri birbirini takip etti.
24 Mart 1978'de F.C. Köstence Kulübü'nün 97.515 No'lu kimliğine sahip oldu Hagi. Artık resmi bir futbolcu olmuştu. 13 yaşında bir futbolcu. Bukossi Hoca'nın bu "afacanı'', millî takım antrenörünün de dikkatini çekti. Gica antrenmanlardan sonra da sahada kalırdı. Çünkü böylece aşık olduğu topu hiç kimseyle paylaşmak zorunda kalmıyordu. Artık iş ciddileşmiş ve disiplin zamanı gelmişti. Gica solaktı ve sağ ayağının probleminin çözülmesi gerekiyordu. Hocası, ''eğer sağ ayağını sırf otobüse binmek için kullanacaksan, futbolda sınıfta kalırsın'' diye sataşıyordu ona
http://yeoman.sitemynet.com/mynet_resimlerim/1_2_.jpg
Fatih Terim: En hırslı, bu yüzden çok büyük yerlere geldi.
Popescu: Akrabam. Çok iyi bir profesyonel, saygılı ve zeki.
Filipescu: Ne istediğini bilir, öğrenmeyi sever. Ama daha hırslı olmalı.
Adrian Ilie: Büyük bir yetenek, çok saygılı, daha çok fedakar olmalı.
Lutu: Yetenekli bir oyuncu ama fiziği yardım etmedi.
Taffarel: Tanıdığım en iyi dosttu. Benim için son 20 senenin en iyi kalecisi. Süper bir adam, çok neşeli biri, bizi neşelendirirdi. Çok iyi bir aile babası.
Ümit Davala: Almanya'da yetişmiş, Almanların sahip olduğu özelliklere sahip. Herşeyini feda eder, disiplinli, çok zeki.
Capone: Her zaman çok uyumayı severdi, ama çok iyi bir oyuncuydu. Belki de Brezilya'lı olduğundan. Ama çok saygı gösteren ve akıllı biri.
Emre Belözoğlu: Yetenekli ama belki de çok daha genç. Ama zamanla bunu aşacak. Yalnız, herşeyi bildiğini sanmasın.
Okan: Türk insanının ruhunu taşıyor. Çabuk, her yerde her zaman, sıcak. Biraz da teknik özelliği var. Okan'ı gördüğün zaman bir Türk oyuncuyu görebilirsin. Sahada herşeyini feda eder, ama biraz çabuk darılır.
Tugay: Galatasaray'ın diğer bir sembolü, büyük bir kalbi var, çok içten biri ve çok iyi bir oyuncu. Dünya kupasında çok iyi oynadı.
Arif: Her zaman beğendiğim bir takım oyuncusu ve arkadaş. Çok saygı gösterir, biraz çekingen, çok yetenekli. Her iki ayağını da kullanır ki bu bir oyuncuda çok zor bulunan bir yetenektir. Büyük bir karakter olarak görüyorum kendisini.
Bülent Korkmaz: Çok ciddi, saygıdeğer, çok çalışkan ve herşeyini Galatasaray'a feda eder.
Hakan Şükür: Türkiye'nin tartışmasız bir sembolü ve starı. Sahip olduğu isimle yaşaması zor olan biri. Kendisiyle her zaman çok iyi anlaştım. Çok duygusal, bu demektir ki iyi bir insan. Ama o star etiketiyle yaşamak biraz zor. Zirve gibi...
Hasan Şaş: Motor? "Formülo Uno!"
Ergün: Benim Maradona'mdı.
Vedat: Hem iyi, hem kötü. Galatasaray'da geçirdiği altı sene boyunca eleştirilere rağmen antremanda hiç sorun çıkarmadı, yetenekli.
Suat: Akılı ve deneyimli. Küçük ama şeytan gibi, çok akıllı
Fatih Akyel: Allah kendisine bir çok özellik vermiş. Genç, daha fazla çalışmalı. İnsanlara çok çabuk ısınan bir yapısı var. Belki seneler geçtikçe daha deneyim kazanacak.
Hakan Ünsal: "Küçük!" Çok iyi eğitimli, saygılı, çok güçlü, tam Türk. Çok iyi bir arkadaş. Futbolcu olarak çok iyi özelliklere sahip, çalışkan. İki ameliyat geçirdi, ama dört ay içinde iyileşti.
Müfit Hoca: Oyuncu olarak tanımadım. Ama antrenör olarak her zaman Terim'i destekledi. İkinci antrenör olarak her zaman işini iyi yaptı. Bana yardım etti, aynı mahallede oturuyorduk.
Bülent Hoca: Deneyimli, yaşlı görünse de bir şeyi söylediğinde iki kere düşünür. Saygı duyarım kendisine...
Eser Hoca: Sabahtan akşama kadar çalışan bir spor adamı. Spor yapmayı ve çalışmayı çok sever. Çekingen, kalecileri çalıştıran çok iyi bir profesyonel.
Hagi için de ''Romanya futbolunun rekortmeni Hagi, 117 milli maça rağmen çok mütevazi'' değerlendirmesini yapan France Football, Hagi'nin gönlünde teknik direktörlük yattığını yazdı. Hagi'nin milli takımda çalışırsa Popescu ile birlikte görev yapabileceğine değinen dergi, ''Hagi Fransa 98 sonrası futbolu bırakma kararı almıştı, ancak G.Saray'da yaşadığı 3 şampiyonluk sonrası Romanya taraftarının da baskısına dayanamadı. Popescu ile uzun vadeli projeleri var. 2 süper profesyonel, yıllardır, hasta, satılmış, dengesiz, şiddetin hüküm sürdüğü Rumen futbolundan çok çektiler. İkisinin de kredisi çok büyük'' değerlendirmesini yaptı.
''Ben futbolun şeytanıyım. Maç kazanmak için inançlı, hırslı, rakibine, arkadaşına kızan futbolcuyum'' diyor .
Beklediğimiz telefon sonunda geliyor. Yönetici Burak Elmas, Hagi'nin bizi Polat Oteli'nde beklediğini söylüyor. Büroyu bir telaştır sarıyor. Galatasaray Store'dan aldırdığımız 10 numaralı formalar, makaralarca film ve video ekibimizin kasetleri hazır. Elmas, Hagi'yle İngilizce söyleşi yapabileceğimizi söylüyor ama biz bunu istemiyoruz. 2. dilden kendini ifade etmenin zorluklarının farkındayız. Sorularımıza istediği gibi yanıt vermesini sağlayabilmek için, anadilinde kendisini daha rahat ifade edebileceğini düşünerek hemen Romanya Galatasaraylılar Derneği'nin yöneticisi Ata Dilmen'i arıyoruz.
Ata Bey, Romence'ye çok hakim Aymin Yılmaz isimli Romanya'da doğup büyümüş çevirmenimizi gönderiyor yanımıza. Artık hazırız. Son 5 yılımızda onunla yatıp, onunla kalktığımız "Commandante" ile karşılaşmaya.
Otelin lobisi gazetecilerle dolu. Tümü Hagi'yle konuşabilmek için orada bekliyorlar. Bir süre sonra merdivenlerden Hagi görünüyor. Herkes yanına koşuşturuyor. Kameralar, muhabirler, fotoğrafçılar...
Hagi, kibarca "hayır," diyor, tanıdığı gazetecilere, "sadece Galatasaray Dergisi, başka olmaz!" Otelin sessiz bir köşesine çekiliyoruz. Hagi, dergileri inceliyor. "Keşke bizim zamanımızda da olsaydı" diyor, satış miktarını öğrenince hiç şaşırmıyor, "normaal, Galatasaray için normaal!". Hagi'nin bu sözünü de özlediğimizi anlıyoruz. Maçlardan sonra, kendisine skor sorulduğunda uzatarak söylediği sözü: "Skor? Normaaal! Galatasaray, normaal!" Sayfaları çeviriyor, Fatih Terim'le söyleşinin olduğu sayfalarda duraklıyor, okumaya çalışıyor biraz, resimlere bakıyor, gülümsüyor; kapakta Hasan'la Ergün'ü görünce keyifle, "Numera uno!, Ferrarii!" diyor. Kimin için söylediğini kestirebiliyoruz ama birazdan söyleşi sırasında ismiyle anlayacağız.
Söyleşi mekanı olarak, sarı kırmızı renklerin bize doğal fon oluşturduğu otelin altındaki Champions Cafe'yi seçiyoruz. Tek tük müşterisi var. İçeri Hagi ile birlikte girdiğimizde kafalar kalkıyor, yüzleri engellenemez bir tebessüm kaplıyor. Cafe'deki renklerin uyumunu Hagi tamamlıyor...
Söyleşiye başlıyoruz. Türkçe soruyoruz, Aymin Hanım Romence'ye çeviriyor. Hagi, bazen Aymin Hanım'ın çevirmesine gerek kalmadan doğrudan yanıtlamaya başlıyor. Bazen Türkçe yanıt vermeye başlıyor. Bazen biz İngilizce soruyoruz, o İngilizce cevap veriyor. Üç dilde söyleşi akıp gidiyor. Bir kaç kez sinirleniyor Hagi. Son yılında şampiyonluğun son haftalarda elimizden uçup gitmesi konusunda "hayır," diyor "bunun nedenlerini sorma, bu konuda konuşmak istemiyorum".
Söyleşi 1.5 saate yakın sürüyor ama Hagi "ben sizi bıraksam, daha devam edersiniz, maçı da burada seyrederim" diyor. Unutmuşuz, akşama maç var, Barcelona maçı... İki yıl sonra Fatih Terim ile Hagi'yi birlikte görecek olan seyircinin şimdiden heyecanlandığını ve herhalde büyük bir uğultu kopacağını söylüyoruz.. Yine aynı kelimeler dökülüyor ağzından: "Normaaal, Terim, Hagi, Ali Sami Yen. Normaall!"
Düşündüğümüz kapak fotoğrafı için yeni formalarımızdan birini giymesini rica ediyoruz. Kesin bir dille reddediyor: "Olmaz, ben bıraktım artık futbolu, oyuncu gibi olmaz. Şimdiki halimi kullanın. Daha iyi olur." Formalara imzasını atıyor. Bir de bu dergiyi okuyan Galatasaraylı okurlarımız için bir şeyler yazmasını istiyoruz. Aymin Hanım, yazısını çeviriyor: "Sevgili Galatasaraylılara, en içten sevgilerimle."
Dışarı çıktığımızda, hepimiz Galatasaray'ın Hagi'siyle geçirdiğimiz saatlerin saadeti içindeyiz. Yol boyunca söyleşi yapılacağından haberdar dostlarımız arıyor, bir dolu soru yöneltiyor. Bekleyin, diyoruz, dergide okursunuz.
İşte, Hagi'yle, kendisinin deyimiyle "sentimental" (duygusal) bir sohbet...
"Galatasaray ne zaman çağırırsa gelirim"
"Bir futbolcu iki kez ölür" diyor Hagi... Aşağıda yayınladığımız geniş söyleşide de kolaylıkla anlayabileceğiniz gibi, onu yaşatan futbol sevgisinin üzerine bir şey daha eklenmiş: Galatasaray sevgisi...
Geldiğin yıl önünde iki seçenek vardı: Meksika veya Türkiye.
Neden Türkiye'yi seçtin, o anki düşüncen neydi?
Çünkü Galatasaray beni istedi. Diğer yöneticilerin beni ne kadar istediğini bilmiyorum. Galatasaray'dan başka antrenör Fatih Terim de beni istedi. Kendisi Romen Milli takım teknik direktörü Iordanescu ile konuşup bizzat beni istedi, ki bu benim için büyük bir şanstı.
İlk geldiğinde Fatih Terim'le aranızda geçen ilk konuşmayı hatırlıyor musun?
İlk konuşma klasik bir tanışma şeklindeydi, daha sonra antrenmana geçtik. Bir aydır antrenman yapmıyordum. Şut atma çalışması yaptık. Beni izleyen menajer yanlış bir şey yapabileceğimi düşünerek çok korkuyordu, ama herşey iyi gitti.
İlk oynadığın maçı hatırlıyor musun?
İlk Monaco ile oynadığımız özel maçta??? forma giymiştim. Fatih Terim beni maçın tamamında oynatmıştı. Devre arasında fiziken yetersiz olduğumu söylememe rağmen beni oyundan almamıştı. İlk Vanspor'la oynadığımız deplasman maçında forma giymiştin ve iki gol atmıştın. Bu maç çok da zor bir maçtı? Bu benim için büyük şanstı çünkü Galatasaray'la imzayı attığımda bana herşeyin daha iyi olacağını söylemişlerdi. Beni yabancı biri olarak görmemişlerdi. Gazeteciler benim için şöyle böyle, ihtiyar, yaşı ilerlemiş gibi şeyler söylediler. Benim için çok zor oldu, ama sonuçta hem benim için hem de Galatasaray için iyi oldu. Çünkü tarih böyle yazılıyor.
İlk kez kendi kendine "İyi ki Türkiye'yi seçmişim." dediği an hangisiydi?
İlk geldiğim andan itibaren burada kendimi iyi hissettim. Zaten Galatasaray'ın büyük bir takım olduğunu biliyordum. Daha önce ben Steaua Bükreş'te oynarken Galatasaray'la karşılaşmıştık. Galatasaray, güzel sonuçlar elde etmişti, ancak sürekliliği yoktu. Galatasaray'a imza atarken, bir Avrupa Kupası kazanılması durumunda bana belli bir miktar para verilmesi şartı da vardı. Galatasaray'a imza attığım ilk andan itibaren kupa kazanacağımızı düşündüm.
Sen profesyonelsin ve profesyonelce düşünmek zorundasın. Ancak ayrıldığın zaman artık bir Galatasaraylıydın ya da biz öyle hissettik. Bir yanda profesyonel futbolcu olmak, öte
yanda duyguların işe karışması var. Bu geçiş oldu mu, olduysa nasıl oldu?
Kariyerim süresince hiçbir takımda beş sene oynamadım. Bu kadar büyük bir başarı olduğuna göre izleyenlerle benim aramda bir bağ vardı. Benim fikrimce izleyiciler beni beğendiler çünkü hiçbir zaman kaybetmedim. Çünkü bu benim özelliğimdir, kaybetmeyi hiç sevmem. Bazen hata yapsam da her zaman kazanmayı istedim. Futbol kuralları dahilinde kazanmak en iyisi. Türk seyircisinin beğenisini de kazanan bu özelliğim oldu. Ben sonuçta bir yabancıyım. Ama bir yabancı olarak kendimi yarı Türk hissediyorum. Bu da seyircilerin beni beğenmesinden ve iyi hissetmemi sağlamalarından kaynaklanıyor.
Ancak takım kaybetse de farketmeyecekti ve Galatasaray seyircisi Hagi'yi sevmeye devam edecekti. Hagi bunu yakaladı son dönemlerinde?
Hiç bir zaman kaybetmedik, sadece son sene şampiyon olamadık
Beklediğimiz telefon sonunda geliyor. Yönetici Burak Elmas, Hagi'nin bizi Polat Oteli'nde beklediğini söylüyor. Büroyu bir telaştır sarıyor. Galatasaray Store'dan aldırdığımız 10 numaralı formalar, makaralarca film ve video ekibimizin kasetleri hazır. Elmas, Hagi'yle İngilizce söyleşi yapabileceğimizi söylüyor ama biz bunu istemiyoruz. 2. dilden kendini ifade etmenin zorluklarının farkındayız. Sorularımıza istediği gibi yanıt vermesini sağlayabilmek için, anadilinde kendisini daha rahat ifade edebileceğini düşünerek hemen Romanya Galatasaraylılar Derneği'nin yöneticisi Ata Dilmen'i arıyoruz.
Ata Bey, Romence'ye çok hakim Aymin Yılmaz isimli Romanya'da doğup büyümüş çevirmenimizi gönderiyor yanımıza. Artık hazırız. Son 5 yılımızda onunla yatıp, onunla kalktığımız "Commandante" ile karşılaşmaya.
Otelin lobisi gazetecilerle dolu. Tümü Hagi'yle konuşabilmek için orada bekliyorlar. Bir süre sonra merdivenlerden Hagi görünüyor. Herkes yanına koşuşturuyor. Kameralar, muhabirler, fotoğrafçılar...
Hagi, kibarca "hayır," diyor, tanıdığı gazetecilere, "sadece Galatasaray Dergisi, başka olmaz!" Otelin sessiz bir köşesine çekiliyoruz. Hagi, dergileri inceliyor. "Keşke bizim zamanımızda da olsaydı" diyor, satış miktarını öğrenince hiç şaşırmıyor, "normaal, Galatasaray için normaal!". Hagi'nin bu sözünü de özlediğimizi anlıyoruz. Maçlardan sonra, kendisine skor sorulduğunda uzatarak söylediği sözü: "Skor? Normaaal! Galatasaray, normaal!" Sayfaları çeviriyor, Fatih Terim'le söyleşinin olduğu sayfalarda duraklıyor, okumaya çalışıyor biraz, resimlere bakıyor, gülümsüyor; kapakta Hasan'la Ergün'ü görünce keyifle, "Numera uno!, Ferrarii!" diyor. Kimin için söylediğini kestirebiliyoruz ama birazdan söyleşi sırasında ismiyle anlayacağız.
Söyleşi mekanı olarak, sarı kırmızı renklerin bize doğal fon oluşturduğu otelin altındaki Champions Cafe'yi seçiyoruz. Tek tük müşterisi var. İçeri Hagi ile birlikte girdiğimizde kafalar kalkıyor, yüzleri engellenemez bir tebessüm kaplıyor. Cafe'deki renklerin uyumunu Hagi tamamlıyor...
Söyleşiye başlıyoruz. Türkçe soruyoruz, Aymin Hanım Romence'ye çeviriyor. Hagi, bazen Aymin Hanım'ın çevirmesine gerek kalmadan doğrudan yanıtlamaya başlıyor. Bazen Türkçe yanıt vermeye başlıyor. Bazen biz İngilizce soruyoruz, o İngilizce cevap veriyor. Üç dilde söyleşi akıp gidiyor. Bir kaç kez sinirleniyor Hagi. Son yılında şampiyonluğun son haftalarda elimizden uçup gitmesi konusunda "hayır," diyor "bunun nedenlerini sorma, bu konuda konuşmak istemiyorum".
Söyleşi 1.5 saate yakın sürüyor ama Hagi "ben sizi bıraksam, daha devam edersiniz, maçı da burada seyrederim" diyor. Unutmuşuz, akşama maç var, Barcelona maçı... İki yıl sonra Fatih Terim ile Hagi'yi birlikte görecek olan seyircinin şimdiden heyecanlandığını ve herhalde büyük bir uğultu kopacağını söylüyoruz.. Yine aynı kelimeler dökülüyor ağzından: "Normaaal, Terim, Hagi, Ali Sami Yen. Normaall!"
Düşündüğümüz kapak fotoğrafı için yeni formalarımızdan birini giymesini rica ediyoruz. Kesin bir dille reddediyor: "Olmaz, ben bıraktım artık futbolu, oyuncu gibi olmaz. Şimdiki halimi kullanın. Daha iyi olur." Formalara imzasını atıyor. Bir de bu dergiyi okuyan Galatasaraylı okurlarımız için bir şeyler yazmasını istiyoruz. Aymin Hanım, yazısını çeviriyor: "Sevgili Galatasaraylılara, en içten sevgilerimle."
Dışarı çıktığımızda, hepimiz Galatasaray'ın Hagi'siyle geçirdiğimiz saatlerin saadeti içindeyiz. Yol boyunca söyleşi yapılacağından haberdar dostlarımız arıyor, bir dolu soru yöneltiyor. Bekleyin, diyoruz, dergide okursunuz.
İşte, Hagi'yle, kendisinin deyimiyle "sentimental" (duygusal) bir sohbet...
"Galatasaray ne zaman çağırırsa gelirim"
"Bir futbolcu iki kez ölür" diyor Hagi... Aşağıda yayınladığımız geniş söyleşide de kolaylıkla anlayabileceğiniz gibi, onu yaşatan futbol sevgisinin üzerine bir şey daha eklenmiş: Galatasaray sevgisi...
Geldiğin yıl önünde iki seçenek vardı: Meksika veya Türkiye.
Neden Türkiye'yi seçtin, o anki düşüncen neydi?
Çünkü Galatasaray beni istedi. Diğer yöneticilerin beni ne kadar istediğini bilmiyorum. Galatasaray'dan başka antrenör Fatih Terim de beni istedi. Kendisi Romen Milli takım teknik direktörü Iordanescu ile konuşup bizzat beni istedi, ki bu benim için büyük bir şanstı.
İlk geldiğinde Fatih Terim'le aranızda geçen ilk konuşmayı hatırlıyor musun?
İlk konuşma klasik bir tanışma şeklindeydi, daha sonra antrenmana geçtik. Bir aydır antrenman yapmıyordum. Şut atma çalışması yaptık. Beni izleyen menajer yanlış bir şey yapabileceğimi düşünerek çok korkuyordu, ama herşey iyi gitti.
İlk oynadığın maçı hatırlıyor musun?
İlk Monaco ile oynadığımız özel maçta??? forma giymiştim. Fatih Terim beni maçın tamamında oynatmıştı. Devre arasında fiziken yetersiz olduğumu söylememe rağmen beni oyundan almamıştı. İlk Vanspor'la oynadığımız deplasman maçında forma giymiştin ve iki gol atmıştın. Bu maç çok da zor bir maçtı? Bu benim için büyük şanstı çünkü Galatasaray'la imzayı attığımda bana herşeyin daha iyi olacağını söylemişlerdi. Beni yabancı biri olarak görmemişlerdi. Gazeteciler benim için şöyle böyle, ihtiyar, yaşı ilerlemiş gibi şeyler söylediler. Benim için çok zor oldu, ama sonuçta hem benim için hem de Galatasaray için iyi oldu. Çünkü tarih böyle yazılıyor.
İlk kez kendi kendine "İyi ki Türkiye'yi seçmişim." dediği an hangisiydi?
İlk geldiğim andan itibaren burada kendimi iyi hissettim. Zaten Galatasaray'ın büyük bir takım olduğunu biliyordum. Daha önce ben Steaua Bükreş'te oynarken Galatasaray'la karşılaşmıştık. Galatasaray, güzel sonuçlar elde etmişti, ancak sürekliliği yoktu. Galatasaray'a imza atarken, bir Avrupa Kupası kazanılması durumunda bana belli bir miktar para verilmesi şartı da vardı. Galatasaray'a imza attığım ilk andan itibaren kupa kazanacağımızı düşündüm.
Sen profesyonelsin ve profesyonelce düşünmek zorundasın. Ancak ayrıldığın zaman artık bir Galatasaraylıydın ya da biz öyle hissettik. Bir yanda profesyonel futbolcu olmak, öte
yanda duyguların işe karışması var. Bu geçiş oldu mu, olduysa nasıl oldu?
Kariyerim süresince hiçbir takımda beş sene oynamadım. Bu kadar büyük bir başarı olduğuna göre izleyenlerle benim aramda bir bağ vardı. Benim fikrimce izleyiciler beni beğendiler çünkü hiçbir zaman kaybetmedim. Çünkü bu benim özelliğimdir, kaybetmeyi hiç sevmem. Bazen hata yapsam da her zaman kazanmayı istedim. Futbol kuralları dahilinde kazanmak en iyisi. Türk seyircisinin beğenisini de kazanan bu özelliğim oldu. Ben sonuçta bir yabancıyım. Ama bir yabancı olarak kendimi yarı Türk hissediyorum. Bu da seyircilerin beni beğenmesinden ve iyi hissetmemi sağlamalarından kaynaklanıyor.
Ancak takım kaybetse de farketmeyecekti ve Galatasaray seyircisi Hagi'yi sevmeye devam edecekti. Hagi bunu yakaladı son dönemlerinde?
Hiç bir zaman kaybetmedik, sadece son sene şampiyon olamadık