 |
50 yıl sonra Gareth Bale unutulacak desem ne düşünürdünüz? Trajikomik ama Bale’den daha rekortmen ve çok daha iyi bir efsane unutuldu… |
Ekonomik şartlar eşit değerlendirildiğinde tarihin hala en pahalı transferi sayılan, lakabı “Futbolun Tanrısı” olan, formasını giydiği Milan’la 3 lig şampiyonluğu yaşayan ve birçok dünya yıldızının cirit attığı 50′li yıllarda açık ara “en iyi” gösterilen bir adamın hikayesini anlatacağız…
“İşte dünya şampiyonu!”
16 Temmuz 1950 günü her şey turnuvaya ev sahipliği yapan Brezilya lehineydi; Estádio do Maracanã tribünlerinde yaklaşık 200.000 coşkulu insan, daha maç başlamadan “kaybeden takım” gömleğini üstünde gören Uruguay halkı ve ürkütücü bir hücum gücüyle Brezilya… Uruguaylılar hariç, o gün oradaki herkes zaten kendilerinin olan Dünya Kupası’nı kaldırmak için hakem George Reader’ın bitiş düdüğünü bekliyordu. Santra önemsizdi çünkü ülke gazetelerinden O Mundo bile, maç günü erken baskısında milli takım oyuncularının fotoğrafını koyup üstüne “İşte Dünya Şampiyonu” yazmış ve kazananı ilan etmişti.

Maçtan önce bir Rocky sahnesi çekiliyordu sanki Uruguay soyunma odasında; kaptan Obdulio Varela, O Mundo’nun bir sürü kopyasını alıp beton zemine saçmış ve takım arkadaşlarına söylenebilecek tek cümlenin manşette yazıldığını göstermişti; “İşte Dünya Şampiyonu” Brezilya…
Teknik direktör Juan Lopez girdi sonra içeri; “savunma” diyordu Lopez, “Brezilyalılara karşı tek şansımız var, o da iyi kapanmak ve savunma disiplininden kopmamak!” Daha önce İspanya ve İsveç gibi takımları ağır üstünlük kurarak geride bırakan Brezilya’ya karşı Lopez’in bu önerisi takımın aklına yatmıştı, başka bir çözüm yolu da görünmüyordu ufukta. Ama kaptan Varela, Juan Lopez soyunma odasından çıktıktan sonra tekrar seslendi takım arkadaşlarına:
-Juancito iyi bir adam, ama bugün, onun söylediklerini unutun. Eğer Brezilya’ya karşı savunma yaparsak, kaderimiz İspanya ya da İsveç’ten farklı olmaz! Taraftarlar, basın ve bu odanın dışında bulunan dünyadaki herkes bizi bugünün kaybedeni ilan etti şimdiden… Ama unuttukları bir şey var; bugün bu finali dışarıdakiler değil biz oynayacağız! Hadi işimizi yapalım!
Final grubunda yer alan 4 takımdan ilk ikisi sahaya çıkarken arkalarında bıraktığı tablo futbol istatistikçileri açısından ibretlikti; Brezilya, İspanya’yı 6-1 İsveç’i ise 7-1′lik sonuçlarla ezip geçerken, Uruguay, İspanya karşısında 2-1′den 2-2′lik beraberliği zor yakalamış, İsveç’i ise maçın bitimine birkaç dakika kala attığı golle zar zor 3-2 mağlup etmişti. Kısacası maç öncesi görünürde elinde tek bir şey vardı Uruguay’ın; Varela’nın söylediği cümle…
Varela cesur bir adamdı ama sürpriz bir şey yoktu haber değeri olmayan maçta; 1-0 Brezilya üstünlüğüyle giriliyordu 66. dakikaya fakat o an 200.000 artı 11 kişinin kalp çatalına bir top takıldı; 1-1. Uruguay, bu beklenmedik golle ivmeyi de arkasına alıp 1950 Dünya Kupası’nı avuçlarına aldı. 2-1 biten maçın kaderini çizen adam ilk golün sahibi ikinci golün yaratıcısı olan “Futbolun Tanrısı”ydı…
Tüm dünyayı terse yatıran ve Varela’yı tarih sayfalarına mahcup etmeyen bir efsane çıkmıştı meydana ve tek bir kelimeyle özetlenir hale getirmişti her şeyi; Maracanazo. Yani Maracana’da Brezilya Milli Takımı ya da Flamengo, Vasco da Gama, Fluminense ve Botafogo’ya karşı oynayıp tahmin edilemez bir galibiyet alan “küçük” takımların zaferi…
“Zengin değilim…”

Uruguay kalecisi Roque Maspoli, “bütün statta tek çıt çıkmıyordu” diyordu ilk golden sonra gördüklerini anlatırken; “ve biliyorduk ki, Brezilya kaybetme korkusunu iliklerinde hissediyordu.” İtalyan bir anne ve Paraguaylı bir babanın oğlu olan Futbol’un Tanrısı ise yıllar sonra, ölmeden birkaç yıl önce tam 22 Kasım 2002′de şu cümleyi söylüyordu o günle ilgili; “Daha önce oynadığımız hazırlık maçlarında bile bize en az 3-4 fark atıyorlardı ama o gün Tanrı, Brezilya’nın bizi yenmesini istemedi.”
28 Temmuz 1925′te doğan ve Montevideo’nun mühim takımlarından Penarol’de denemeye çağrılmadan önce bir ekmek fırını ve alüminyum fabrikalarında çalışan o efsanenin adı bu aralar Uruguay dışında pek bilinmiyor. Ama bir gerçek var ki, o adam “İçe kat eden forvet nasıl oynamalı?” adlı en kusursuz tezin yazarı hala. Tarih kitaplarının en kalın harfli gollerini atması tesadüf değil bu yüzden. Attığı bir başka gol yine sonsuza dek kayıtlardan göz kırpacak mesela. Otoriteler tarafından “gelmiş geçmiş en iyi maç” sayılan 1954 Dünya Kupası Yarı Final karşılaşmasında, uzatma dakikalarında Macaristan’a elenen Uruguay’ın 2 golünden birinde yine onun kramponu inlemişti.
1950′de kupayı nerdeyse tek başına kaldıran efsane için o sıralar birçok sansasyonel takım rekor transfer tekliflerinde bulunmuştu takımı Penarol’e. Roma yarım milyon pesoluk teklifle gelmiş, Juve ise o adamı transfer etmesi için Montevideo şehrine Fiat’ın patronu Gianni Agnelli’yi yollamıştı. Fakat o yıllarda transfer gerçekleşmedi çünkü kulübü Penarol onu bırakmak istemiyordu henüz. Ama 1954′teki kupadan sonra artık Penarol’ün yapacağı bir şey kalmamıştı elde; Milan, Uruguay kulübünün kapısını o zamanın rekor parasıyla tıklattı: 72.000 pound. İtalyan kulübü ayrıca oyuncunun cebine de 23.000 pound koyup Milano’ya götürdü onu. 1954′te dünya futbol tarihinin rekor fiyatlarından birine imza atarak Milan’a transfer olan ve oradayken vatandaşlık alıp İtalya Milli Takımı’nda da oynayan Uruguaylı, 1960′da Roma’ya transfer oldu ve 2 yıl sonra ülkesine dönüp Penarol ve Uruguay Milli Takım’ında 1′er yıl teknik direktörlük yaptı…
Futbol’un Tanrısı, 2006 Dünya Kupası’nın açılışını yapacaktı fakat turnuvadan 4 yıl önce, 77 yaşında formasını çıkartıp askıya astı ve aramızdan ayrıldı. “Zengin değilim” diyordu Tanrı Juan Alberto Schiaffino, “ama fakir de sayılmam.” Düşünüyorum; bu cümlesiyle yalnızca “parayı” mı kast ediyordu acaba?..
Hayatım Futbol'dan alınmıştır.... Yazar: Kaan Koç