Beşiktaş taraftarı Slaven Bilic’e 2008′de vurulmuştu. Bir ara yalpaladı ama ligin ikinci yarısında Comandante geri döndü!
Ortalama Türk futbolseverinin Euro 2008′le tanıdığı biriydi Slaven Bilic. Devasa potansiyelini müthiş bir enerjiyle harmanlayarak turnuvanın en göz önündeki takımlarından biri haline gelen Hırvatistan’ın teknik direktörüydü.
Alışılmadık bir tipti; fit görünümü, kulağında küpesi, gitaristi olduğu Rawbau grubunun turnuva için bestelediği “gaz” şarkı Vatreno Ludilo ile bir anda herkesin konuştuğu biri haline gelmişti ki dahası da vardı; hukuk fakültesi mezunuydu ve takımı sahada savaşırken kenarda en az savunma oyuncuları kadar hareketliydi. Çılgındı, insanların görüntüsü hakkında ne düşüneceğini umursayıp şekilciliğe başvurmayacak kadar da doğaldı.
Elbette malum maçta tıpkı kendisi gibi “90 dakika maçı yaşayan” bir başka hoca olan Fatih Terim’e, milli takımımızın teknik direktörüne “el kol yapması” o an kimselerin hoşuna gitmemişti. Ancak Bilic, futbol tarihinde belki de benzeri görülmemiş bir şekilde elenmesine rağmen maç içerisinde susmaya davet ettiği Fatih Terim’e maç sonrasında sarılıp onu tebrik edecek kadar da içtendi. Böyle adamlardan zarar gelmezdi…
Türkiye’de kendisini izleyen futbolseverlerin önemli bir güruhu ilk bakışta vurulmuştu ona. Beşiktaşlılar turnuva muhabbetinin kıyısına köşesine “Keşke bize gelse, tam Beşiktaş’a yakışacak adam” cümlesini iliştirmekten kendilerini alamıyordu. Benzer hissi Porto formasıyla İnönü’de Beşiktaş’ın mağlubiyetinin mimarı olurken Quaresma’ya da beslemediler mi zaten? İçleri temiz belli ki…
Slaven Bilic’in adı değişik dönemlerde defalarca Beşiktaş’la anıldı. 2008′de, 2011′de, 2012′de… Her defasında heyecanlanarak bekledi Beşiktaşlılar, onunsa belki de haberi bile yoktu. 2011′de Euro 2012′ye gidiş için Hırvatistan’la eşleştiğimizde hafızalar tazelendi, konu hemen Bilic’e geldi. “Bu sefer intikamını fena alacak” diyenlerimiz vardı, o ise bu minvaldeki bir suale çok olgun bir cevap verdi;
İntikam çok ağır bir kelime. Bunun sporda yeri yok.Türk Telekom Arena’yı dolduran on binlerce umutlu taraftar, ekranları başında milyonlarca futbolsever Hırvatların erken bir golle öne geçişini ve akabinde bir türlü çatlak bulamadığımız bir savunma yapışını izlerken Bilic de dikkat çekiyordu; jilet gibi takım elbisesini giymiş, kafasınaysa spor bir bere takmıştı. Gülümsememek elde değildi. O sırada Beşiktaşlılar yine iç geçiriyordu; “Çok sakat var, bizde çok sakat var ama n’olur sen de gelsen?”
|  | 
| “İmajla alakası yok,yağmur nedeniyle giydim!” | 
Bilic-Beşiktaş bir, samanlık seyran oldu!
Hırvatistan Milli Takımı’ndan ayrıldıktan sonra çok değişik bir coğrafyada denedi şansını Bilic. Lokomotiv Moskova’nın başarısızlıkla eş anlamlı hale gelmesinden çok Rusya’nın mecazi soğuğu vurdu onu. Saha kenarında çılgınca hoplayıp zıplayamıyor, bunu yapsa da garipseniyordu oyuncular ve taraftarlarca. Bir amfi dolusu mühendislik öğrencisinin karşısında çılgınca edebiyattan bahseden acemi bir hoca gibiydi. “Hoca yanlış sınıftasın!”Doğru amfiyi bulması uzun zaman almadı. (Tabi bunu, gelişini 5 yıldır bekleyen Beşiktaşlılara sormak lazım bir de) Stadı yıkılmış, transfer bütçesi kırpılmış, kadrosu belirsiz Beşiktaş’a zorlu günlerde geldi Bilic. Gelişi Gandalf’ı aratmamıştı; bir türlü netleşmeyen teknik direktör bekleyişinin sonunda doğudan, Moskova’dan gelmişti işte. Sırf gelen ismin “O” oluşu dahi Beşiktaşlıları morallendirmişti.
Gelir gelmez odak noktası oldu Bilic. Çocuk gibiydi; hazırlık kampında transferlerin zora girebileceğini söyleyen çalışma arkadaşı Önder Özen’e üzgün bir şekilde bakarken Tolga Zengin’in transfer haberine de aynı çocuksulukla sevinmişti. Hele Southampton maçında uzaktan attığı golden sonra kendisine koşan Muhammed’i gözleri gülerek kucaklayışı…
Gelişine sadece Beşiktaşlılar sevinmemişti tabi; duvarlara “Başbakan Bilic” yazanından tut, Nevizade’de kendi halinde demlenirken yanına gidip fotoğraf çektiren Galatasaraylılara, Türk futbolunda bir umuttu Bilic. Sınıfsız,ayrımsız,kaynaşmış bir kitle oluşturmak istiyordu Beşiktaş’ta ve her demeciyle daha da emin oluyordu Beşiktaşlılar; “Yahu bu adam Beşiktaş’ın Split’te büyümüş kayıp çocuğu. Sonunda birbirimizi bulduk işte!”
Yıldırdılar, dağıldı
Sezona çok iyi başlayan Beşiktaş tarihi bir maçta Galatasaray’a utanç verici olaylar silsilesiyle mağlup olurken ilk darbeyi yedi Bilic; “Biraz utanın!” dediği hakem, bunu raporuna nasıl yansıtmışsa 3 maç ceza aldı. Takımı deseniz, zaten 4 maç seyircisiz oynama cezası almıştı. Eskişehir’de takımını Britanya Kraliyetinin İrlanda bağımsızlığını savunanlara reva gördüğü gibi bir hücrede, başında gardiyanlarla izlerken, takım kenarda o, tribünde taraftar olmaksızın yalpalarken o da salıverdi kendisini. Filmlerdeki idealist öğretmenlere diklenip “Seni burada barındırmayız” tehditleri savuranların gerçek hayattaki izdüşümleri mesajı vermişti Slaven’e.Enerjisi düşük, takımıyla iletişimi düşük bir Bilic’in sıradanlıktan kurtulması imkansızdı. Belki de bu yüzden daha da dertlendi, saçı sakalı birbirine karıştırdı. Takım yalpaladıkça vurma şansı veriyordu “bağzı” tiplere; “Sırf gitar çalıyor,küpe takıyor diye takımın başına geçirilir miymiş bir adam ya?” Belki bir basın toplantısı düzenleyip sahnede gitar parçalasa rahatlayacaktı Slaven, ama öyle bir adam da değildi ki…
Comandante döndü!
Herkes hemfikirdi artık; Bilic kendine gelecek, takımı ateşleyecekti. Hem o sakalı kesip üstünü başını değiştirsindi artık. Ligin ikinci yarısına zorlu Trabzon deplasmanından beraberlikle döndükten sonra taraftarın takıma kavuştuğu Erciyes maçında talihsizlik kurbanı oldu, skor 3-0 iken rahat değişiklikler yapmanın bedelini az kalsın beraberlikle ödeyecekti. Tamam Bilic Beşiktaş’ın kayıp çocuğuydu da, o Split’te büyüyüp İngiltere’de futbol oynarken kimse Valerenga’dan, “Oğluma ne diyeceğim kaptan?” sorusunun küfürden daha acı verici olduğundan bahsetmemişti ki ona. Aynı hatayı Antep deplasmanında yapmadı; santrayla rakibin üstüne atılan oyuncularına kenardan enerji yükledi ve sezonun en önemli maçına çıktı.Kasımpaşa maçı bir maçtan çok daha fazlası, bir karakter sınavıydı. Hem de öyle “A’lar çoğunluktaysa üşengeç bir tipsiniz” gibi sonuçları olan türden değil, şıksız ve zorlu bir sınav. Atılan gollere çocuk gibi sevinip bir anda ciddileşirken gülümsetiyordu, kendisi de gülümsüyordu zaten. Zamanda yolculuğun sırrını bulmuş, ligin ilk yarısındaki havayı yakalamıştı Bilic ve takımı.
Bursaspor karşısında Ersan skandal bir kararla oyundan atıldığında neredeyse sahaya girmişti Bilic. “Shame on you” dediği için 3 maç ceza verenler sindiremiyordu işte onu. Devre arasına girilirken taraftarın çağrısını karşılıksız bırakmadı, 10 kişilik takımına savaşmayı emretti. Almeida’nın attığı gole sevinirken kendinden geçen, yere düşen, saçı başı dağılan taraftarlar bir an Bilic’e baktıklarında mesajı aldılar; tribünlere dönmüş elleriyle jestler yapıyor “Bağırın haydi, coşturun bu takımı ve Ersan’ın yokluğunu hissettirmeyin!” diyordu. Comandante geri dönmüş, savaşma emrini vermişti artık.
Galatasaray maçı sorulduğunda temkinliydi Bilic. Şampiyonluktan bahsetmek istemediğini ama sonuna kadar savaşacaklarını söylüyordu. Sahi Mourinho bile şampiyonluktan bahsetmezken bunca şey yaşadıktan sonra yoğurdu derin dondurucudan çıkarıp yemesi gereken Bilic nasıl vaat savurabilirdi ki? Zaten Beşiktaşlılar için en önemli vaat dudaklarının arasından çıkmıştı; bu takım, bu taraftarla omuz omuza verip savaşacaktı.
Yazı - Can Çalışkan | Four Four Two






 
 
